Sevim Şentürk (Independentturkish.com)
Sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin simgesidir Kız Kulesi.
Onun romantizme göz kırpan tavrı hikayesinde mi saklı yoksa
insanın maviye özlemine ses veren görüntüsünde mi bilinmez; ama Üsküdar’a
yolunu düşürenlerin birinci nedeni, bu Antikçağ güzelini görmek olsa gerek. Ancak geçmişin bazı sahneleri için durum biraz farklı.
Kız Kulesi, insanlar için denizin ortasından göz kırpan bir
yapı olmanın dışında pek çok anlam ifade etmiş tarihte. Eğer bu yönüyle Kız Kulesi’ni tanımak isterseniz, gelin
beraber mazinin kapısını aralayalım.
Evlerimizin bize koronadan korunmak için sığınak olduğu şu
günlerde, Kız Kulesi de geçmişin ‘karantina evi’ydi.
Dünyayı kasıp kavuran yine bir pandemi döneminde ‘Üsküdar
Güzeli’ olarak da bilinen yapı, hastaların tedavi edildiği bir hastaneye
dönüştürülüyor Osmanlı’da.
İşte o günlerin, yaşanırken uzun ama anlatırken kısa gelen
hikayesi…
Osmanlı’da ilk karantina 2. Mahmud devrindeydi
Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk karantina, 1831’deki büyük
kolera salgını sırasında tatbik edilir. Zaten Kız Kulesi’ne gidenler görecektir ki kapının üstünde
II. Mahmud’un tuğrası vardır).
Rusya’da ortaya çıkan bu hastalık üzerine İngiltere, Fransa,
Hollanda sefaret, yani elçilik tercümanları Rusya’dan Osmanlı limanlarına
gelecek gemilere karantina uygulanmasını isterler. Bunun üzerine II. Mahmud, devlet erkanıyla görüşür ve
karantinanın hayata geçirilmesi resmen başlar.
Alınan karara göre İstanbul’a gelen bütün gemiler
Boğaziçi’nde bekletilir. Padişahın iradesiyle Mustafa Nazif Efendi karantina
işlerinin başına atanır.
Karadeniz’den İstanbul’a gelen gemilerin bekletildiği yer,
Sâmiha Ayverdi’nin “Emirgan’ın çocuk gibi elinden tutup yanı başına sakladığı
İstinye” diye andığı İstinye körfezidir.
Denizin ortasında
karantina hastanesi
Bu arada Hekimbaşı Mustafa Behcet Efendi’nin hastalıkla
alakalı yazdığı eser ücretsiz olarak dağıtılır.
Cezayirli Hamdan Efendi, karantinanın haram olmadığına dair
İthafü’l-üdeba adlı bir risâle yazar, Takvim-i Vekâyi’de ise karantinanın
faydaları hakkında yazılar yazar.
Tüm bunların neticesinde de, Kız Kulesi, Osmanlı döneminde
halkı ölümden koruma görevini üstlenir.
Denizin ortasındaki bu yapının, Kral’ın kızını ölümden
korumak için yaptırdığı yer olması tarihin garip göndermelerindendir.
Çünkü asırlar sonra 1831’deki kolera salgınının şehre
yayılmaması için Padişah II. Mahmut’un emriyle karantina hastanesine
dönüştürülür.
Daha sonra 1837’de görülen ve 20-30 bin kişinin öldüğü veba
salgını sırasında hastaların bir kısmı burada kurulan hastanede tecrit edilir.
Kronolojik olarak
kısa kısa Kız Kulesi
Merak edenler için şu bilgileri de paylaşalım:
Orhan Bey 1347’de kayınpederi Bizans İmparatoru
Kantakuzenos’u ziyaret amacıyla Üsküdar’a gelir, otağını Kız Kulesi’ne hakim
bir noktada kurdurur.
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet, Kız Kulesi’ni yıktırır
ve yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir kalecik yaptırır ve
buraya toplar yerleştirir.
Kaleye konulan bu toplar, liman içindeki gemiler için etkili
bir silah olur.
Kule, Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok, bir
gösteri platformu olarak kullanılır.
Mehterler burada top atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit
İstiklal Marşı) okurlar.
Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın önemli
kısımları Fatih devri yapısıdır.
1510 yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet” olarak anılan
İstanbul depreminde şehirdeki pek çok yapı gibi Kız Kulesi de büyük hasar
görür.
Kulenin onarımı Yavuz Sultan Selim döneminde
gerçekleştirilir.
Çevresinin sığ olması sebebiyle 17'nci asırdan sonra kuleye
bir de fener konulur.
Bu tarihten itibaren kule, artık bir kale değil bir deniz
feneri olarak hizmet vermeye başlar. Kuledeki toplar da bu dönemde artık korunma için değil,
merasimlerde selamlama için atılır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim, Üsküdar’dan geçerken, Kız Kulesi’nden atılan toplarla selamlanır.
Evliya Çelebi, Kız Kulesi’ni şu sözlerle tarif eder:
“Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe,
sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam seksen arşındır. Sathı
mesehası iki yüz adımdır. İki taraftan kapısı vardır.”
İkinci Dünya Savaşı zamanında kulenin çürüyen ahşap kısımları tamir edilir ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrilir.
İkinci Dünya Savaşı zamanında kulenin çürüyen ahşap kısımları tamir edilir ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrilir.
1943’de yeniden büyük bir onarım geçiren kulenin çevresine
büyük kayalar yerleştirilerek denize kayması önlenir.
Kız Kulesi, 1959 yılında TSK’ya devredilerek; Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı, Boğaz’ın deniz ve hava trafiğinin
denetlenmesini sağlayan bir radar istasyonu olur.
Burası 1983’ten sonra, Denizcilik İşletmeleri’ne bırakılır
ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılır.
1995 yılında Kız Kulesi’nin onarım süreci yeniden başlar,
2000 yılında kapılarını ziyarete açar.
Bugün kafe, restoran yerli ve yabancı turistlere hizmet
veriyor.
Eski İstanbullular, 90’lı yıllara varmazdan önce Üsküdar
sahilinin imara açılmasıyla birlikte Kız Kulesi’ni seyretmenin mazide kaldığını
söylerler ki haklılardır.
İstanbul’dan Kız Kulesi’ni çok seyretmişsinizdir, karantina
sonrası Kız Kulesi’nden İstanbul’u seyredin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder