17 Mayıs 2018 Perşembe

Şener, 6 yıl önce uyarmış: Erdoğan’ın hatalarının sonucu Kudüs İsrail’in başkenti ilân edilecek; Erdoğan da televizyonlarda İsrail’e bağıracak


Eski Maliye Bakanı ve Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in 6 yıl önce CNN Türk’te katıldığı bir programda, Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilân edileceğini dile getirdiği ortaya çıktı.

Programda Şener, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın dış politikadaki hatalarının sonucunda Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilân edileceğini, o gün geldiğinde Erdoğan’ın, sorumlusu kendisi olduğu halde, televizyonlara çıkıp İsrail’e bağıracağını söylüyor.

Şener ayrıca, Hamas lideri Halid Meşal’in Türkiye’ye, Başbakan Erdoğan ile İsrail yönetiminin anlaşması sonucu davet edildiğini belirterek, bu “danışıklı dövüş” hakkında Bakanlar Kurulu toplantısında konuşulanlar hakkında bilgi veriyor.

AK Parti’nin kurucuları arasında yer almasına rağmen, özellikle özelleştirmeler konusunda yaşadığı anlaşmazlıklar sebebiyle 2007 yılında partisinden istifa eden eski Maliye Bakanı ve Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in, geçen yıllarda dile getirdiği uyarılar, bu günlerde yeniden gündeme geliyor.

Abdüllâtif Şener, 6 yıl önce, 30 Ağustos 2012 tarihinde CNN Türk’te yayınlanmış olan “Aykırı Sorular” programında, AK Parti Hükümeti’nin dış politikadaki hatalarının, Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilân edilmesiyle sonuçlanacağına dair bir öngörüde bulunmuştu. 14 Mayıs 2018’de ABD’nin Tel Aviv (İsrail) Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilân etmesiyle, Şener’in bu öngörüsü gerçekleşmiş oldu. Bu durum, Şener’in geçmişteki uyarılarının hatırlanmasına sebep oldu.

Şener, neler söylemişti?

Programda bir soru üzerine, CHP ve Saadet Partisi gibi bazı partilerden teklifler aldığını ifade eden Şener, “Ama ben, özgün ve özerk kimliğimi bundan sonra da devam ettireceğim” dedi.

Ülkede demokrasinin var olup olmadığını tespit etmenin ölçüsü

Şener, muhalefetin önemli olduğunu belirterek, bir ülkede demokrasinin olup olmadığının, iktidarın değişebilirliğinin, ana muhalefet partisinin de iktidar olma ihtimalinin olup olmadığına göre tespit edilebileceğini ifade etti.

Türkiye’de 2 yıl içerisinde yeni bir siyasî seçenek oluşabileceğini belirten Şener, ekonominin dar boğaza girdiğini, iktidarın yanlışları yüzünden iç politikada terör ve Kürt sorununun önemli bir problem haline dönüştüğünü kaydetti.

Şener, bütün bunları tetikleyen bir konu olarak Suriye meselesinin son derece önemli olduğunu belirterek, “Kendi ayağına kurşun sıkan, ülkesinin aleyhine sonuçlar doğuracak bir dış politikayı uygulayan bir Başbakan ve Dışişleri Bakanı vardır, hükümetleri vardır. Terör ve dış politika, bu hükümeti çok zora sokacaktır” dedi.

Ekonomik göstergelerde rakamlara müdahale ediliyor

Ekonomi alanında rakamlara müdahale edildiğinden yüzde yüz oranında emin olduğunu belirten Şener, “Rakamları süslemeyle ekonomi düzelmez; ama bu gün için rakamlar süsleniyor. “Nasıl süsleniyor?” diyeceksiniz. Kardeşim, ekonomi küçülürken işsizlik azalır mı? Son 10-15 yılın en düşük işsizlik düzeyine düşer mi? Bunun ekonomik bir mantığı yok ki” diye konuştu.

Hükümetin dış politikadaki yanlışlıklarının ekonomiyi de vurduğunu belirten Şener, 2013 yılının çok zor geçeceğini, 2014’e kötü bir ekonominin devredileceğini söyledi. Şener, “Hükümet, sorgulanacaktır, bu yanlış ekonomi politikalarından dolayı” dedi.

Habur’a gönderdiği hakim ve savcıları daha sonra tutuklattı

Şener, program sunucusu Enver Aysever’in, “Kürt sorunu” konusunda “Başbakan (Erdoğan) ne yapsın?”  sorusuna, “Başbakan, yanlış yapmasın. Devlet adamı olmak başka şeydir, siyasetin tepesinde oturmak başka bir şeydir. Başbakanın tavrı, devlet adamlığıyla bağdaşmaz bir tavırdır. Bu gün söylediğini yarın değiştirmektedir. Bilyeleri saçıp dağıtmaktadır ve ülke böyle idare edilmez. Sorunlar bu şekilde çözülmez” karşılığını verdi.

Şener, AK Parti Hükümeti iktidarı devraldığında terörün sıfır seviyesinde olduğunu belirterek, “Bu gün zirve yapmış durumdadır” dedi. Habur’dan girişler olduğu sırada Başbakan Erdoğan’ın AK Parti Grup Toplantısı’nda konuşmakta olduğunu, girişleri, önüne konan bir pusuladan öğrendiğini ve bu olayı övgülerle dile getirdiğini hatırlatan Şener, “Ama aradan bir hafta geçti, tersini söyledi. Önce oraya hakimini, savcısını gönderdi, içeriye girişlerine izin verdi, ondan sonra hepsini tutuklattırdı ve ikide bir de, daha sonraki dönemlerde, Habur’un aleyhine konuştu” dedi.

1991’den bu yana çelişkili iki cümlemi gösterin, bu gün siyaseti bırakırım

Aysever’in, “Millî Görüşçülükten ulusalcılığa, ideolojik bir eksen mi değiştiriyorsunuz?” sorusu üzerine de Şener, “Benim 1991’de milletvekili olduğum günden bu güne kadarki bütün konuşmalarımı alt alta koyun; (…) bütün konuşmalarım, tutanaklarda vardır. Basına da yansımışlardır. İki söylediğim cümle arasında çelişkiyi getirin, ben bu gün siyaseti bırakırım. İstikrarlı ve düzenli bir şekilde ülkeye bakışım değişmemiştir, ülke insanımıza bakışım değişmemiştir, ülkemizin geleceğine bakışım değişmemiştir. Yanlışları da kim yaparsa karşısına çıkmışımdır” diye konuştu.

Aysever’in, bu gün Türkiye’yi idare eden kadroların tamamının “Millî Görüş” geleneğinden geldiğini belirtmesi üzerine Şener, “Yani şu izlenen politikaların, Millî Görüş’le ne ilgisi var? Başbakanın izlediği, Dışişleri Bakanının izlediği politikaların, Millî Görüş’le ne ilgisi var?” diye sordu. Şener, sözlerine şöyle devam etti:

Libya’da sivil halkı katletmek, Türkiye’nin işi midir?

“Eğer bir başka Başbakan, tezkere geçirip Meclis’ten, NATO’nun Libya’yı vuruşuna onay verip, aylarca Libya’yı bombalayıp, 60 bin insanın katledilmesine, 100 bin insanın yaralanmasına yol açsaydı, o Başbakan kim olursa olsun, bu gün Cuma namazında camilerin önünde halâ o hükümeti, o Başbakanı protesto eden demokratik eylemlere rastlardık. Kardeşim, Türkiye’nin işi midir, bir Müslüman ülkenin sivil halkını katletmek? Üzerine bombalar yağdırmak? Müslüman olmasa dahi –Müslüman olması şart değil- bir ülkenin bombalanması, sivil, masum insanların katledilmesi, Türkiye’nin işi midir? Türkiye’nin yapması gereken bir iş midir? Ama bu hükümet, bu başbakan bunu yapmıştır. E peki, gözümüzün önünde Suriye var. Suriye politikası? İnsanlık adına, vicdanı olan bir kişinin, Müslüman olarak da Allah’a, Peygamberine inanan bir insanın izleyeceği bir politika değil bu.”

Program sunucusu Enver Aysever’in, Şener’in daha önce dile getirdiği “Büyük İsrail inşa ediliyor, İslâmcılar alkış tutuyor; bu ne tuhaflıktır?!.” şeklindeki sözünü hatırlatıp, “Hükümeti eleştiriyor musunuz?” diye sorması üzerine Şener, şu cevabı verdi:

Suriye’ye müdahale, bir İsrail projesidir; en güçlü ayaklarından biri de Erdoğan’dır

“Bir: Kamuoyu yanıltılıyor. Suriye’deki olaylar, yönetimi değiştirmeye yönelik bir olay değil. Kurgulanışı da öyle değildir. Suriye’ye yönelik operasyonların, dış müdahalenin –bu dış müdahalenin bir ayağı Türkiye’dir- amacı, Suriye’yi parçalamaktır; Suriye’de yönetim değişikliği değildir. Suriye’yi parçalamaya yönelmiş bir hareket var. Sadece Suriye’yi değil, Suriye ile birlikte Lübnan’daki Hizbullah’ı da bitirmeye yönelik bir harekettir bu. Bu proje, bir İsrail projesidir. Bu projenin içerisinde ve uygulayıcıları arasında MOSSAD ajanları kaynaşıyor (kaynıyor). Ama bu projenin en güçlü ayaklarından biri, Başbakan (Erdoğan). Bunda bir terslik yok mu?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğundan bu güne kadar –soğuk savaş dönemi de dahil- komşuları ile bu kadar sorunlu hale gelmemiştir. Hem de “sıfır sorun” cümlesini bir slogan haline getiren Başbakan ve Dışişleri Bakanının olduğu bir dönemde, yani bu hükümet döneminde Türkiye, komşularıyla sorun yumağı haline dönüşmüştür. Şöyle bir hatırlayın; hem de bu sorunların nasıl oluştuğunu da anlayabilmek zor iştir. Şimdi düşünün; Esad’la Başbakanın arası çok iyiydi. Şam sokaklarında ailece birlikte geziyorlardı. Bodrum’da birlikte tatil yapıyorlardı. Sınırları açtı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tek bir ülkenin bakanlarıyla ortak bakanlar kurulu toplantısı yapılmıştır, o da Başbakanın isteğiyle, Erdoğan’ın isteğiyle, Suriye bakanlarıyla ortak bakanlar kurulu toplantısı yapılmıştır. Peki ne oldu da… (sunucu araya giriyor.”

Şener, “Başbakan da kötü giden bir şey gördüğü zaman, ebedîyen onunla dost olarak kalmak zorunda mı? Esad, halkını bombalıyor. Zulmedenin yanında olmak zorunda mı?” sorusu üzerine de şu değerlendirmede bulundu:

Hükümetimiz nasıl İsrail’in amaçlarına hizmet eden ÖSO’ya destek verir?

“Bir dakika! İşin aslı, özü, bununla ilgili değil. Kimi tutuyor? Başbakan, kime destek veriyor? “Muhalifler” deniliyor. Ne oldukları belirsiz, çoğu hapishane kaçkını, katil, haydut tipli bir ton farklı farklı gruplar var. Bunların temsilcileriyle Başbakanın ve Dışişleri Bakanının karşı karşıya gelip (bir araya gelip) konuşuyor olmaları bile bir utanılacak durumdur, aslına bakarsanız. Evet, onlardan (Özgür Suriye Ordusu’ndan / ÖSO’dan) söz ediyorum. Ve Birleşmiş Milletler’in kararı var. Daha geçen hafta kararında diyor ki Birleşmiş Milletler, “Suriye’deki muhalefet, muhalifler de insan hakları ihlâli yapıyor. Kadınları, çocukları, sivilleri katlediyor” diyor. E bu katil, sivil insanları yok eden Suriye’yi bölünme noktasına getiren ve İsrail’in amaçlarına uygun bir zemin oluşturmaya çalışan insanlarla bizim hükümetimizin, seni-beni temsil eden hükümetimizin ne ilgisi olabilir?”

Basının üzerinde hükümetin baskısı olduğunu dile getiren Şener, “Suriye meselesi önemli olduğu için söylüyorum” diyerek, şunları söyledi:

İsrail, tek mağlûbiyetini Hizbullah karşısında yaşamıştır ve ondan rahatsızdır

“Suriye olayları, Esad’ın yönetimini değiştirme olayları değildir. Suriye olayları, doğrudan doğruya Suriye’nin parçalanmasına ve Hizbullah’ın bitirilmesine yöneliktir. Hizbullah, şu açıdan önemlidir: İsrail, kurulduğu günden bu güne kadar tek mağlûbiyetini, Hizbullah’a karşı, Lübnan’daki Hizbullah’a karşı yaşamıştır. 2006 yılında, oradaki Hizbullah’ı yok etmek maksadıyla İsrail, tanklarla, toplarla, ağır silahlarla, gemilerle gelmiştir; ama 33 gün süren çatışmaların sonrasında yüzlerce ölü bırakarak, Lübnan, İsrail tanklarının mezarlığı haline dönüşmüştür, gemileri batmıştır ve çekilmek zorunda kalmışlardır ve bu Hizbullah’tan muztariptir İsrail. Suriye ise Hizbullah’a tam ve mutlak destek veren bir ülkedir. Aynen Hamas’a olduğu gibi.”

Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’nin bütünlüğünü sarsacak bir dış politika uyguladığını belirten Şener, “Suriye’de uyguladığı politika, Türkiye’ye zarar verecek bir politikadır” dedi. Şener, bu iddiasını şöyle açıkladı:

“Çünkü siz, bir komşu ülkede istikrarsızlık meydana getirirseniz, orada devlet otoritesini sarsarsanız, sınırları o ülkenin devleti kontrol edemez hale gelir, sınırlar kevgire dönerse, bundan en büyük zararı Türkiye görür. Türkiye’ye zarar veriyor bir kere. Ülkenin birliğine, beraberliğine, bütünlüğüne zarar veren bir hadisedir ve nitekim terör olayları artmıştır son günlerde, son yıllarda.”

Türkiye’nin en başarısız siyasetçisi Tayyip Erdoğan’dır

Daha önce dile getirmiş olduğu “Türkiye’nin en başarısız siyasetçisi Tayyip Erdoğan’dır” iddiasını açıklaması da istenen Şener, bir siyasetçinin başarısının ölçüsünün, aldığı oy değil, bulunduğu konuma göre görevini düzgün bir şekilde yerine getirip getirmediği olduğunu söyledi. Şener, “Şimdi bir Başbakan var, ülkesine zarar veriyor. Halkın %50 (oranında) oy vermesi önemli değil. Nasıl verdi? Yüzlerce televizyon kanalı var, şimdi bana zorla söylettireceksiniz, yüzlerce televizyon kanalı var, bir o kadar gazete var. Gece-gündüz, 24 saat yayın yapıyor; Başbakanın ve hükümetinin yanlışlarını rasyonalize edebilmek için, mantıklı hale getirebilmek (mantıklıymış gibi gösterebilmek için) o “aydın” denilen insanlar televizyon ekranlarına çıkıyor, sabahlara kadar ter döküyorlar. Hiçbir aleyhte, hükümeti rahatsız edecek haberi bakanlıklardan tırtıklama, sızdırma girişiminde bulunamıyorlar. Bütün muhabirler, bu gün Türkiye’de refleksini kaybetmiştir. Haksızlık etmiyorum; gerçek, budur ve de eleştirilmeyen, yanlışları sürekli iltifatlara boğulan, bir taraftan menfaat beklentileriyle, bir taraftan cezalandırmadan endişe edilerek yapılan yayınlar… Sokaktaki vatandaş, neyin yanlış olduğunu nasıl bilecek, siz konuşmazsanız, objektif yayın yapılmazsa? Bakın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarından birisi, şöyledir: Bir ülkede demokrasinin var olabilmesi için, siyasal iktidarın yoğun bir şekilde, incinecek derecede eleştirilebiliyor olması lâzım. Bu gün bu ülkede iktidar, yoğun bir şekilde değil, münferit olarak bile incinecek şekilde eleştirilebiliyor mu? Eleştirilemiyor.”

Şener, “Siz, bağımsız aday oldunuz, kendi ilinizden bile çıkamadınız. Başbakan, dese ki “Ey Abdüllâtif, hayatımız boyunca beraber yürüdük; sen daha kendi bölgenden çıkamadın, ben Türkiye’yi ayağa kaldırdı.” Haksız mı?” sorusu üzerine de şu karşılığı verdi:

Türkiye tarihinde en büyük sandık yenilgisini alan kişi Erdoğan’dır

“(Gülerek) Bu sorular, sizi sorumluluktan kurtarır… Fakat şunu söyleyeyim; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en büyük sandık yenilgisini alan isim, kimdir biliyor musunuz? Sayın Erdoğan’dır. 1991 yılında Partisinin İstanbul il başkanı… Bölgenin birinden, galiba ikinci bölgeydi, liste başı aday. Ancak 1991 seçimlerinde tercih (tercihli oy kullanma hakkı) var. Partisi (Refah Partisi) o bölgeden milletvekili çıkardı, ama seçmenler dediler ki, “Biz bu Erdoğan’ı istemiyoruz.” Hep üzerini çizdiler ve yaptıkları tercihler sonrasında partisi milletvekili çıkardı ama liste başında olduğu halde Erdoğan kaybetti. Bu kayıp, bu mağlûbiyet ve bu hezimet, bu sizin anlatmaya çalıştığınız hezimetlerden çok daha büyük bir mağlûbiyettir. Seçim kaybıdır. Ben, en başarısız lider, bu gün Türkiye’de en başarısız siyasetçi Tayyip Erdoğan’dır derken şunu kastediyorum:  Bir insanın, bence, istikameti önemlidir. Bak, alenen (açıkça) size dedim ki, 16 yıl Meclis’te milletvekili ve bakan olarak bulundum. 6 yıl da bakanlığım var. Bir tane çelişen cümlemi getirin.

Başbakan Erdoğan, sonunda vatandaşlara hesap verecek

Şener, hiçbir zaman temenni etmese de önümüzdeki 2 yıllık dönemin, bir taraftan ekonominin sıkışacağı, bir taraftan da hükümetin dış politika yanlışlarıyla ülkenin büyük zararlar göreceği bir dönem olacağını ileri sürdü. Şener, “Kendi ülkesinin aleyhine olacak bir dış politikayı uygulayan bir Başbakanın, sonunda seçimde vatandaşlara hesap vereceğini düşünüyorum” dedi.

Halk, yeni bir parti istiyor

Bir kamuoyu araştırmasına göre “Sizce ülkede yeni bir partiye ihtiyaç var mı?” sorusuna vatandaşların %60.4’ünün “Evet” cevabı verdiklerine işaret eden Şener, “Sivil toplum kuruluşları susturulmuş olduğu halde, basın baskı altında olduğu halde, özgür basın kalmadığı halde, aydınlar susturulduğu halde böyle bir tablo çıkıyorsa, bu önemli bir gelişme değil mi? Veya bu, bir şeylerin işareti değil mi? Elbette bir şeylerin işareti. Dolayısıyla, bu kadar yanlışla ülke idare edilmez. Bu kadar yanlışla ülkeyi idare etmeye çalışırsanız, sorumluluğunuz büyük olduğu için, üstelik ülkenin bir numaralı sorumlusu olduğunuz için, sizi ben, başarısız sayarım” diye konuştu.

Erdoğan çiziyor, Davutoğlu hayata geçiriyor

Şener, Türkiye’nin dış politikasının, Dışişleri Bakanı veya Bakanlığından öte, Başbakanın inisiyatifi ile yürüdüğünü; Başbakanın inisiyatifiyle oluşturduğu bir çizgiyi Davutoğlu’nun rasyonalize etmeye (hayata geçirmeye) çalıştığını söyledi. Şener, “Ben, dışarıdan görünenin tersini söylemeye çalışıyorum. Yani ‘politikayı ortaya çıkaran Davutoğlu da Başbakan onu izliyor’ değil. Çizgiyi ortaya koyan Başbakan, onu rasyonalize etmeye çalışan Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanlığı’dır diye düşünüyorum” dedi. Şener, sözlerine şöyle devam etti:

Türkiye, İtalya ile beraber Lübnan’ı vurdu

“Peki bu kadar çok yanlışı nasıl yapıyor Başbakan? Özellikle “Büyük Ortadoğu Projesi”nin Eş Başkanlığını üstleniyor. 2004 yılında Sea Island kasabasında, Amerika Birleşik Devletleri’nde G8 toplantısında, Türkiye’yi, biliyorsunuz orada Türkiye de vardı, belli bir komitenin, Demokrasi Komitesi’nin Eş Başkanı olarak ilân ettiler, İtalya ile beraber ve Türkiye, İtalya ile beraber Libya’yı vurdu. Libya’nın son sömürgeci devletiyle birlikte Libya’yı bombaladı. Ondan sonra Büyük Ortadoğu Projesi’nin amacı zaten İsrail’in bölgedeki beklentilerinin karşılanması… (sunucu araya giriyor)”

Şener, Enver Aysever’in “Bu biraz komplo teorisi değil mi?” sorusu üzerine Şener, şu iddiada bulundu:

Kudüs, Erdoğan’ın dış politikası sonucu İsrail’in başkenti ilân edilecek

“Komplo değil, bakın. Bakın, şunu bir yere yazın; bak be bunu söylüyorum: Bu süreçten, bu “Büyük Ortadoğu Projesi”ne dayalı (Arap Baharı tabiri yerine) “Arap Kara Kışı” diyeceğim ben, bu sürecin sonunda İsrail, çok önemli mesafeler alacaktır. Bir; çok somut bir şey söyleyeceğim: Kudüs, Müslümanlığın da önemli, kutsal kentlerinden biridir. Müslümanların ilk Kâbe’sidir. Mescid-i Aksa oradadır. Bir Müslüman bölgesi vardır. O Müslüman bölgeyi de Müslümanları çıkarmak suretiyle, ayıklamak suretiyle İsrail, bu sürecin sonrasında Kudüs’ü, bölünmeksizin, bir bütün halinde İsrail’in başkenti yapacaktır. Bak, bunu yazın bir tarafa. O, birinci adım. Büyük İsrail’e giden yollar. Suriye parçalanınca oradan kimin ne pay alacağını göreceğiz. İsrail, bize doğru uzanıyor. Türkiye, zaten girdabın içinde. (Soru üzerine>>) Türkiye, pay almak için uğraşmıyor. Türkiye’nin üzerinde şantaj var, tehdit var; rolünü oynuyor. (“Bu kadar büyük bir Türkiye’ye haksızlık etmiyor musunuz?” sorusu üzerine>>) Türkiye dediğim, Türkiye değil, Başbakan. Bana hiç kimse, şu Suriye politikasının mantıklı bir tarafını söyleyemez. Eğer “Bu politika mantıklıdır” diyorsa, çıksın karşıma Dışişleri Bakanı, çıksın karşıma Başbakan, saatlerce konuşayım. (“Başbakan bu politikayı Türkiye’ye anlatmış, halktan da destek almış” itirazı üzerine>>) Hiç anlatmamış. Herkesi susturmuş, tek yanlı olarak bir şeyler söylüyor. Tüm medyanın ve aydınların görevi de onun söylediklerine uygun şeyler üretmek ve bu gün İsrail’in Kudüs’ü başkent yapmasına yönelik gelişmeleri ortaya çıkaran, bunu destekleyen, bu yolu açan, bunda en etkili olan isimlerden biri, Sayın Erdoğan’dır. Aynı Erdoğan, İsrail Kudüs’ü başkent ilân ettiği zaman bağıracaktır. Kızacaktır ekranlarda ve o zaman da vatandaş diyecektir ki, “Yahu görüyor musun, yine kızdı İsrail’e” diyecektir. Halbuki, bakın bunu şimdiden söylüyorum ki, kızmaya hakkı yok. Bu işi o noktaya getiren, kendisidir.”

“Yahu “One minute (van minut) deyip Türkiye’nin iftiharı olmuş, tarih boyunca olmamış bir hamlenin sonrasında Arap sokaklarında bile efsane olmuş bir Başbakan, İsrail’in lehine hareket eder mi sizce?” sorusu üzerine de Şener, şöyle konuştu:

Meşal’in Türkiye’ye davet edilişi, Erdoğan’la İsrail’in anlaşması ile oldu

“Bakın, İsrail’le arasında anlaşma vardır Başbakanın. Bağırırken bağırma iznini Başbakana veriyorlar, ama iş yaparken Başbakan, bütün yaptığı işlerde İsrail politikalarını uyguluyor. (Türkiye’nin Başbakanı bunu yapar mı?” sorusu üzerine>>) Evet, yapıyor. Yapıyor. Bakın, özgürce söylüyorum bunu, hiçbir endişeye kapılmadan; kabinede olan biri olarak biliyorum. Biliyorum. Vaktimiz varsa Meşal’in Türkiye’ye nasıl geldiğini anlatayım burada. Hatırlıyorsunuz, Meşal’in gelişini, buraya. O sırada basın, biraz daha özgürdü. O sırada Hamas’ın lideri Meşal’i, İsrail’in “terörist” diye tanımladığı bir insanı Türkiye’ye davet ediyor. “Türkiye ile İsrail’in ve Amerika’nın arası açılacak; Türkiye, bundan zarar görecek” diye basın, büyük bir gürültü yaptı o sırada. Meşal geldi, Hükümetle de görüştü ve ayrıldı; ama tam Meşal’in geleceği günlerde Bakanlar Kurulu’nda  Başbakan, Dışişleri Bakanına dedi ki, “Basın çok gürültü çıkarıyor” dedi. “Belki bazı bakan arkadaşlarımızın tereddütleri vardır. Şu Meşal’in Türkiye’ye gelişini bir anlat” dedi ve Bakanlar Kurulu’nda hangi bilgi verildi, biliyor musunuz? Denildi ki, “İsrail, Hamas’a ve liderlerine, başta Meşal olmak üzere, ‘terörist’ diyor. Onun için de bunlarla doğrudan temas kuramıyor; ancak Filistin halkını onlar temsil ettiği için, bunlarla ilişkiye girmek istiyor, görüşmek istiyor. Bunu da yapamıyor ve zor durumda. Bizden rica ettiler; Meşal’in İsrail’le görüşmek suretiyle, birlikte anlaşarak davet ettik” dediler.”

Bu söylediklerim manşet olmuyorsa, bu ülkede basın özgürlüğü yoktur

Şener, “Kötü bir şey mi bu?” sorusu üzerine de, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Ama dur bir dakika! Bir dakika! Burayı kalabalığa (laf kalabalığına) getiremezsiniz. Şurada şu söylediğim olayı, özgür basın olsa, ben burada telâffuz eder etmez, bütün televizyon kanallarının ana haberlerine şak diye düşer. Eğer bu söylediklerim, bir ay Türkiye’de tartışılmıyorsa, bu günkü, yarınki haberlerde ana manşetlere düşmüyorsa, bu ülkede basın özgürlüğü yoktur. Süreci tamamlayalım: Sonunda, İsrail’in de Türkiye’den talebi üzerine Meşal davet edildi. Hükümetle görüşmelerini yaptı, ayrıldı. Ayrıldığı gün de İsrail Büyükelçisi, Türk Hükümetinin aleyhine bir beyanatta bulundu. Ankara Büyükelçisi. Hükümetin yanlış yaptığını, Meşal’i Türkiye’ye davet etmekle yanlış yaptığını söyledi ve eleştirdi. Bunun üzerine basın, “Biz demedik mi? Bak Büyükelçi de böyle dedi” diye yaygara yapıyordu; ama ertesi birkaç gün içindeydi;  Başbakan, “Yahu” dedi, “Bu Büyükelçi bir şeyler söylemişti” dedi. “Şu Dışişleri Bakanıyla bir görüşeyim” dedi. İsrail Dışişleri Bakanıyla bir görüşme yaptı. “Biz anlaşmadık mı?” dedi. “Sizin Büyükelçi farklı şeyler söylüyor” dedi. Ama Türkiye’ye hangi imaj verildi o dönemde? Hangi imaj verildi? Verilen imaj, şudur: “İsrail’e rağmen Türkiye, Meşal’i davet etmiştir bu hükümet” diye imaj verildi. Yani, görünenler başka, gerçekler başka. Şimdi bakın, Davos’ta bağırdı. Niye bütün ihaleleri İsrailli iş adamları alıyor? Neden “Büyük Ortadoğu Projesi” bir İsrail projesi olduğu halde Başbakan peşine takılıyor? Suriye’nin parçalanması, Lübnan’da Hizbullah’ın yok edilmesi, en fazla İsrail’e yarayacakken, Türkiye’ye zarar vermekten başka hiçbir sonucu ortaya çıkmayacakken, bu politikanın en güçlü ayağı ve uygulayıcısı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı oluyor? Bunda bir terslik yok mu? Onun için, bakın, Başbakanın söylediklerine bakmayacaksınız. Sadece siz değil, bütün bir halkımıza söylüyorum ben. Başbakanın söylediklerine bakmayacaksınız. Ne söylüyorsa tersini yapıyor. Aslına bakarsanız, yaptıklarını kapatmak için tersini konuşuyor.”

Hiç yorum yok: