Eski Maliye Bakanı ve Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in 6 yıl önce CNN Türk’te katıldığı bir programda, Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilân edileceğini dile getirdiği ortaya çıktı.
Programda Şener, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın dış
politikadaki hatalarının sonucunda Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilân
edileceğini, o gün geldiğinde Erdoğan’ın, sorumlusu kendisi olduğu halde, televizyonlara
çıkıp İsrail’e bağıracağını söylüyor.
Şener ayrıca, Hamas lideri Halid Meşal’in Türkiye’ye, Başbakan
Erdoğan ile İsrail yönetiminin anlaşması sonucu davet edildiğini belirterek, bu
“danışıklı dövüş” hakkında Bakanlar Kurulu toplantısında konuşulanlar hakkında
bilgi veriyor.
AK Parti’nin kurucuları arasında yer almasına rağmen,
özellikle özelleştirmeler konusunda yaşadığı anlaşmazlıklar sebebiyle 2007
yılında partisinden istifa eden eski Maliye Bakanı ve Ekonomiden Sorumlu Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif Şener’in, geçen yıllarda dile getirdiği uyarılar, bu
günlerde yeniden gündeme geliyor.
Abdüllâtif Şener, 6 yıl önce, 30 Ağustos 2012 tarihinde CNN
Türk’te yayınlanmış olan “Aykırı Sorular” programında, AK Parti Hükümeti’nin
dış politikadaki hatalarının, Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilân edilmesiyle
sonuçlanacağına dair bir öngörüde bulunmuştu. 14 Mayıs 2018’de ABD’nin Tel Aviv
(İsrail) Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilân
etmesiyle, Şener’in bu öngörüsü gerçekleşmiş oldu. Bu durum, Şener’in geçmişteki
uyarılarının hatırlanmasına sebep oldu.
Şener, neler söylemişti?
Programda bir soru üzerine, CHP ve Saadet Partisi gibi bazı
partilerden teklifler aldığını ifade eden Şener, “Ama ben, özgün ve özerk
kimliğimi bundan sonra da devam ettireceğim” dedi.
Ülkede demokrasinin
var olup olmadığını tespit etmenin ölçüsü
Şener, muhalefetin önemli olduğunu belirterek, bir ülkede
demokrasinin olup olmadığının, iktidarın değişebilirliğinin, ana muhalefet
partisinin de iktidar olma ihtimalinin olup olmadığına göre tespit edilebileceğini
ifade etti.
Türkiye’de 2 yıl içerisinde yeni bir siyasî seçenek
oluşabileceğini belirten Şener, ekonominin dar boğaza girdiğini, iktidarın
yanlışları yüzünden iç politikada terör ve Kürt sorununun önemli bir problem
haline dönüştüğünü kaydetti.
Şener, bütün bunları tetikleyen bir konu olarak Suriye
meselesinin son derece önemli olduğunu belirterek, “Kendi ayağına kurşun sıkan,
ülkesinin aleyhine sonuçlar doğuracak bir dış politikayı uygulayan bir Başbakan
ve Dışişleri Bakanı vardır, hükümetleri vardır. Terör ve dış politika, bu
hükümeti çok zora sokacaktır” dedi.
Ekonomik
göstergelerde rakamlara müdahale ediliyor
Ekonomi alanında rakamlara müdahale edildiğinden yüzde yüz
oranında emin olduğunu belirten Şener, “Rakamları süslemeyle ekonomi düzelmez;
ama bu gün için rakamlar süsleniyor. “Nasıl süsleniyor?” diyeceksiniz.
Kardeşim, ekonomi küçülürken işsizlik azalır mı? Son 10-15 yılın en düşük
işsizlik düzeyine düşer mi? Bunun ekonomik bir mantığı yok ki” diye konuştu.
Hükümetin dış politikadaki yanlışlıklarının ekonomiyi de
vurduğunu belirten Şener, 2013 yılının çok zor geçeceğini, 2014’e kötü bir
ekonominin devredileceğini söyledi. Şener, “Hükümet, sorgulanacaktır, bu yanlış
ekonomi politikalarından dolayı” dedi.
Habur’a gönderdiği
hakim ve savcıları daha sonra tutuklattı
Şener, program sunucusu Enver Aysever’in, “Kürt sorunu”
konusunda “Başbakan (Erdoğan) ne yapsın?”
sorusuna, “Başbakan, yanlış yapmasın. Devlet adamı olmak başka şeydir,
siyasetin tepesinde oturmak başka bir şeydir. Başbakanın tavrı, devlet
adamlığıyla bağdaşmaz bir tavırdır. Bu gün söylediğini yarın değiştirmektedir.
Bilyeleri saçıp dağıtmaktadır ve ülke böyle idare edilmez. Sorunlar bu şekilde
çözülmez” karşılığını verdi.
Şener, AK Parti Hükümeti iktidarı devraldığında terörün
sıfır seviyesinde olduğunu belirterek, “Bu gün zirve yapmış durumdadır” dedi.
Habur’dan girişler olduğu sırada Başbakan Erdoğan’ın AK Parti Grup
Toplantısı’nda konuşmakta olduğunu, girişleri, önüne konan bir pusuladan
öğrendiğini ve bu olayı övgülerle dile getirdiğini hatırlatan Şener, “Ama
aradan bir hafta geçti, tersini söyledi. Önce oraya hakimini, savcısını gönderdi,
içeriye girişlerine izin verdi, ondan sonra hepsini tutuklattırdı ve ikide bir
de, daha sonraki dönemlerde, Habur’un aleyhine konuştu” dedi.
1991’den bu yana
çelişkili iki cümlemi gösterin, bu gün siyaseti bırakırım
Aysever’in, “Millî Görüşçülükten ulusalcılığa, ideolojik bir
eksen mi değiştiriyorsunuz?” sorusu üzerine de Şener, “Benim 1991’de
milletvekili olduğum günden bu güne kadarki bütün konuşmalarımı alt alta koyun;
(…) bütün konuşmalarım, tutanaklarda vardır. Basına da yansımışlardır. İki söylediğim
cümle arasında çelişkiyi getirin, ben bu gün siyaseti bırakırım. İstikrarlı ve
düzenli bir şekilde ülkeye bakışım değişmemiştir, ülke insanımıza bakışım
değişmemiştir, ülkemizin geleceğine bakışım değişmemiştir. Yanlışları da kim
yaparsa karşısına çıkmışımdır” diye konuştu.
Aysever’in, bu gün Türkiye’yi idare eden kadroların
tamamının “Millî Görüş” geleneğinden geldiğini belirtmesi üzerine Şener, “Yani
şu izlenen politikaların, Millî Görüş’le ne ilgisi var? Başbakanın izlediği,
Dışişleri Bakanının izlediği politikaların, Millî Görüş’le ne ilgisi var?” diye
sordu. Şener, sözlerine şöyle devam etti:
Libya’da sivil halkı
katletmek, Türkiye’nin işi midir?
“Eğer bir başka Başbakan, tezkere geçirip Meclis’ten,
NATO’nun Libya’yı vuruşuna onay verip, aylarca Libya’yı bombalayıp, 60 bin
insanın katledilmesine, 100 bin insanın yaralanmasına yol açsaydı, o Başbakan
kim olursa olsun, bu gün Cuma namazında camilerin önünde halâ o hükümeti, o
Başbakanı protesto eden demokratik eylemlere rastlardık. Kardeşim, Türkiye’nin
işi midir, bir Müslüman ülkenin sivil halkını katletmek? Üzerine bombalar
yağdırmak? Müslüman olmasa dahi –Müslüman olması şart değil- bir ülkenin
bombalanması, sivil, masum insanların katledilmesi, Türkiye’nin işi midir?
Türkiye’nin yapması gereken bir iş midir? Ama bu hükümet, bu başbakan bunu
yapmıştır. E peki, gözümüzün önünde Suriye var. Suriye politikası? İnsanlık
adına, vicdanı olan bir kişinin, Müslüman olarak da Allah’a, Peygamberine
inanan bir insanın izleyeceği bir politika değil bu.”
Program sunucusu Enver Aysever’in, Şener’in daha önce dile
getirdiği “Büyük İsrail inşa ediliyor, İslâmcılar alkış tutuyor; bu ne
tuhaflıktır?!.” şeklindeki sözünü hatırlatıp, “Hükümeti eleştiriyor musunuz?”
diye sorması üzerine Şener, şu cevabı verdi:
Suriye’ye müdahale,
bir İsrail projesidir; en güçlü ayaklarından biri de Erdoğan’dır
“Bir: Kamuoyu yanıltılıyor. Suriye’deki olaylar, yönetimi
değiştirmeye yönelik bir olay değil. Kurgulanışı da öyle değildir. Suriye’ye
yönelik operasyonların, dış müdahalenin –bu dış müdahalenin bir ayağı
Türkiye’dir- amacı, Suriye’yi parçalamaktır; Suriye’de yönetim değişikliği
değildir. Suriye’yi parçalamaya yönelmiş bir hareket var. Sadece Suriye’yi
değil, Suriye ile birlikte Lübnan’daki Hizbullah’ı da bitirmeye yönelik bir
harekettir bu. Bu proje, bir İsrail projesidir. Bu projenin içerisinde ve
uygulayıcıları arasında MOSSAD ajanları kaynaşıyor (kaynıyor). Ama bu projenin
en güçlü ayaklarından biri, Başbakan (Erdoğan). Bunda bir terslik yok mu?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğundan bu güne kadar
–soğuk savaş dönemi de dahil- komşuları ile bu kadar sorunlu hale gelmemiştir.
Hem de “sıfır sorun” cümlesini bir slogan haline getiren Başbakan ve Dışişleri
Bakanının olduğu bir dönemde, yani bu hükümet döneminde Türkiye, komşularıyla
sorun yumağı haline dönüşmüştür. Şöyle bir hatırlayın; hem de bu sorunların
nasıl oluştuğunu da anlayabilmek zor iştir. Şimdi düşünün; Esad’la Başbakanın
arası çok iyiydi. Şam sokaklarında ailece birlikte geziyorlardı. Bodrum’da
birlikte tatil yapıyorlardı. Sınırları açtı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tek
bir ülkenin bakanlarıyla ortak bakanlar kurulu toplantısı yapılmıştır, o da
Başbakanın isteğiyle, Erdoğan’ın isteğiyle, Suriye bakanlarıyla ortak bakanlar
kurulu toplantısı yapılmıştır. Peki ne oldu da… (sunucu araya giriyor.”
Şener, “Başbakan da kötü giden bir şey gördüğü zaman,
ebedîyen onunla dost olarak kalmak zorunda mı? Esad, halkını bombalıyor.
Zulmedenin yanında olmak zorunda mı?” sorusu üzerine de şu değerlendirmede
bulundu:
Hükümetimiz nasıl
İsrail’in amaçlarına hizmet eden ÖSO’ya destek verir?
“Bir dakika! İşin aslı, özü, bununla ilgili değil. Kimi
tutuyor? Başbakan, kime destek veriyor? “Muhalifler” deniliyor. Ne oldukları
belirsiz, çoğu hapishane kaçkını, katil, haydut tipli bir ton farklı farklı
gruplar var. Bunların temsilcileriyle Başbakanın ve Dışişleri Bakanının karşı
karşıya gelip (bir araya gelip) konuşuyor olmaları bile bir utanılacak
durumdur, aslına bakarsanız. Evet, onlardan (Özgür Suriye Ordusu’ndan /
ÖSO’dan) söz ediyorum. Ve Birleşmiş Milletler’in kararı var. Daha geçen hafta
kararında diyor ki Birleşmiş Milletler, “Suriye’deki muhalefet, muhalifler de
insan hakları ihlâli yapıyor. Kadınları, çocukları, sivilleri katlediyor”
diyor. E bu katil, sivil insanları yok eden Suriye’yi bölünme noktasına getiren
ve İsrail’in amaçlarına uygun bir zemin oluşturmaya çalışan insanlarla bizim
hükümetimizin, seni-beni temsil eden hükümetimizin ne ilgisi olabilir?”
Basının üzerinde hükümetin baskısı olduğunu dile getiren
Şener, “Suriye meselesi önemli olduğu için söylüyorum” diyerek, şunları
söyledi:
İsrail, tek
mağlûbiyetini Hizbullah karşısında yaşamıştır ve ondan rahatsızdır
“Suriye olayları, Esad’ın yönetimini değiştirme olayları
değildir. Suriye olayları, doğrudan doğruya Suriye’nin parçalanmasına ve
Hizbullah’ın bitirilmesine yöneliktir. Hizbullah, şu açıdan önemlidir: İsrail,
kurulduğu günden bu güne kadar tek mağlûbiyetini, Hizbullah’a karşı,
Lübnan’daki Hizbullah’a karşı yaşamıştır. 2006 yılında, oradaki Hizbullah’ı yok
etmek maksadıyla İsrail, tanklarla, toplarla, ağır silahlarla, gemilerle
gelmiştir; ama 33 gün süren çatışmaların sonrasında yüzlerce ölü bırakarak,
Lübnan, İsrail tanklarının mezarlığı haline dönüşmüştür, gemileri batmıştır ve
çekilmek zorunda kalmışlardır ve bu Hizbullah’tan muztariptir İsrail. Suriye
ise Hizbullah’a tam ve mutlak destek veren bir ülkedir. Aynen Hamas’a olduğu
gibi.”
Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’nin bütünlüğünü sarsacak bir
dış politika uyguladığını belirten Şener, “Suriye’de uyguladığı politika,
Türkiye’ye zarar verecek bir politikadır” dedi. Şener, bu iddiasını şöyle
açıkladı:
“Çünkü siz, bir komşu ülkede istikrarsızlık meydana
getirirseniz, orada devlet otoritesini sarsarsanız, sınırları o ülkenin devleti
kontrol edemez hale gelir, sınırlar kevgire dönerse, bundan en büyük zararı
Türkiye görür. Türkiye’ye zarar veriyor bir kere. Ülkenin birliğine,
beraberliğine, bütünlüğüne zarar veren bir hadisedir ve nitekim terör olayları
artmıştır son günlerde, son yıllarda.”
Türkiye’nin en
başarısız siyasetçisi Tayyip Erdoğan’dır
Daha önce dile getirmiş olduğu “Türkiye’nin en başarısız
siyasetçisi Tayyip Erdoğan’dır” iddiasını açıklaması da istenen Şener, bir
siyasetçinin başarısının ölçüsünün, aldığı oy değil, bulunduğu konuma göre
görevini düzgün bir şekilde yerine getirip getirmediği olduğunu söyledi. Şener,
“Şimdi bir Başbakan var, ülkesine zarar veriyor. Halkın %50 (oranında) oy
vermesi önemli değil. Nasıl verdi? Yüzlerce televizyon kanalı var, şimdi bana
zorla söylettireceksiniz, yüzlerce televizyon kanalı var, bir o kadar gazete
var. Gece-gündüz, 24 saat yayın yapıyor; Başbakanın ve hükümetinin yanlışlarını
rasyonalize edebilmek için, mantıklı hale getirebilmek (mantıklıymış gibi
gösterebilmek için) o “aydın” denilen insanlar televizyon ekranlarına çıkıyor,
sabahlara kadar ter döküyorlar. Hiçbir aleyhte, hükümeti rahatsız edecek haberi
bakanlıklardan tırtıklama, sızdırma girişiminde bulunamıyorlar. Bütün
muhabirler, bu gün Türkiye’de refleksini kaybetmiştir. Haksızlık etmiyorum;
gerçek, budur ve de eleştirilmeyen, yanlışları sürekli iltifatlara boğulan, bir
taraftan menfaat beklentileriyle, bir taraftan cezalandırmadan endişe edilerek
yapılan yayınlar… Sokaktaki vatandaş, neyin yanlış olduğunu nasıl bilecek, siz
konuşmazsanız, objektif yayın yapılmazsa? Bakın, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin kararlarından birisi, şöyledir: Bir ülkede demokrasinin var
olabilmesi için, siyasal iktidarın yoğun bir şekilde, incinecek derecede
eleştirilebiliyor olması lâzım. Bu gün bu ülkede iktidar, yoğun bir şekilde
değil, münferit olarak bile incinecek şekilde eleştirilebiliyor mu?
Eleştirilemiyor.”
Şener, “Siz, bağımsız aday oldunuz, kendi ilinizden bile
çıkamadınız. Başbakan, dese ki “Ey Abdüllâtif, hayatımız boyunca beraber
yürüdük; sen daha kendi bölgenden çıkamadın, ben Türkiye’yi ayağa kaldırdı.”
Haksız mı?” sorusu üzerine de şu karşılığı verdi:
Türkiye tarihinde en
büyük sandık yenilgisini alan kişi Erdoğan’dır
“(Gülerek) Bu sorular, sizi sorumluluktan kurtarır… Fakat
şunu söyleyeyim; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en büyük sandık yenilgisini alan
isim, kimdir biliyor musunuz? Sayın Erdoğan’dır. 1991 yılında Partisinin
İstanbul il başkanı… Bölgenin birinden, galiba ikinci bölgeydi, liste başı
aday. Ancak 1991 seçimlerinde tercih (tercihli oy kullanma hakkı) var. Partisi
(Refah Partisi) o bölgeden milletvekili çıkardı, ama seçmenler dediler ki, “Biz
bu Erdoğan’ı istemiyoruz.” Hep üzerini çizdiler ve yaptıkları tercihler
sonrasında partisi milletvekili çıkardı ama liste başında olduğu halde Erdoğan
kaybetti. Bu kayıp, bu mağlûbiyet ve bu hezimet, bu sizin anlatmaya çalıştığınız
hezimetlerden çok daha büyük bir mağlûbiyettir. Seçim kaybıdır. Ben, en
başarısız lider, bu gün Türkiye’de en başarısız siyasetçi Tayyip Erdoğan’dır
derken şunu kastediyorum: Bir insanın,
bence, istikameti önemlidir. Bak, alenen (açıkça) size dedim ki, 16 yıl
Meclis’te milletvekili ve bakan olarak bulundum. 6 yıl da bakanlığım var. Bir
tane çelişen cümlemi getirin.
Başbakan Erdoğan,
sonunda vatandaşlara hesap verecek
Şener, hiçbir zaman temenni etmese de önümüzdeki 2 yıllık
dönemin, bir taraftan ekonominin sıkışacağı, bir taraftan da hükümetin dış
politika yanlışlarıyla ülkenin büyük zararlar göreceği bir dönem olacağını
ileri sürdü. Şener, “Kendi ülkesinin aleyhine olacak bir dış politikayı
uygulayan bir Başbakanın, sonunda seçimde vatandaşlara hesap vereceğini
düşünüyorum” dedi.
Halk, yeni bir parti
istiyor
Bir kamuoyu araştırmasına göre “Sizce ülkede yeni bir
partiye ihtiyaç var mı?” sorusuna vatandaşların %60.4’ünün “Evet” cevabı
verdiklerine işaret eden Şener, “Sivil toplum kuruluşları susturulmuş olduğu
halde, basın baskı altında olduğu halde, özgür basın kalmadığı halde, aydınlar
susturulduğu halde böyle bir tablo çıkıyorsa, bu önemli bir gelişme değil mi?
Veya bu, bir şeylerin işareti değil mi? Elbette bir şeylerin işareti. Dolayısıyla,
bu kadar yanlışla ülke idare edilmez. Bu kadar yanlışla ülkeyi idare etmeye
çalışırsanız, sorumluluğunuz büyük olduğu için, üstelik ülkenin bir numaralı
sorumlusu olduğunuz için, sizi ben, başarısız sayarım” diye konuştu.
Erdoğan çiziyor,
Davutoğlu hayata geçiriyor
Şener, Türkiye’nin dış politikasının, Dışişleri Bakanı veya
Bakanlığından öte, Başbakanın inisiyatifi ile yürüdüğünü; Başbakanın
inisiyatifiyle oluşturduğu bir çizgiyi Davutoğlu’nun rasyonalize etmeye (hayata
geçirmeye) çalıştığını söyledi. Şener, “Ben, dışarıdan görünenin tersini
söylemeye çalışıyorum. Yani ‘politikayı ortaya çıkaran Davutoğlu da Başbakan
onu izliyor’ değil. Çizgiyi ortaya koyan Başbakan, onu rasyonalize etmeye
çalışan Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanlığı’dır diye düşünüyorum” dedi.
Şener, sözlerine şöyle devam etti:
Türkiye, İtalya ile
beraber Lübnan’ı vurdu
“Peki bu kadar çok yanlışı nasıl yapıyor Başbakan? Özellikle
“Büyük Ortadoğu Projesi”nin Eş Başkanlığını üstleniyor. 2004 yılında Sea Island
kasabasında, Amerika Birleşik Devletleri’nde G8 toplantısında, Türkiye’yi,
biliyorsunuz orada Türkiye de vardı, belli bir komitenin, Demokrasi
Komitesi’nin Eş Başkanı olarak ilân ettiler, İtalya ile beraber ve Türkiye,
İtalya ile beraber Libya’yı vurdu. Libya’nın son sömürgeci devletiyle birlikte
Libya’yı bombaladı. Ondan sonra Büyük Ortadoğu Projesi’nin amacı zaten
İsrail’in bölgedeki beklentilerinin karşılanması… (sunucu araya giriyor)”
Şener, Enver Aysever’in “Bu biraz komplo teorisi değil mi?”
sorusu üzerine Şener, şu iddiada bulundu:
Kudüs, Erdoğan’ın dış
politikası sonucu İsrail’in başkenti ilân edilecek
“Komplo değil, bakın. Bakın, şunu bir yere yazın; bak be
bunu söylüyorum: Bu süreçten, bu “Büyük Ortadoğu Projesi”ne dayalı (Arap Baharı
tabiri yerine) “Arap Kara Kışı” diyeceğim ben, bu sürecin sonunda İsrail, çok
önemli mesafeler alacaktır. Bir; çok somut bir şey söyleyeceğim: Kudüs,
Müslümanlığın da önemli, kutsal kentlerinden biridir. Müslümanların ilk
Kâbe’sidir. Mescid-i Aksa oradadır. Bir Müslüman bölgesi vardır. O Müslüman
bölgeyi de Müslümanları çıkarmak suretiyle, ayıklamak suretiyle İsrail, bu
sürecin sonrasında Kudüs’ü, bölünmeksizin, bir bütün halinde İsrail’in başkenti
yapacaktır. Bak, bunu yazın bir tarafa. O, birinci adım. Büyük İsrail’e giden
yollar. Suriye parçalanınca oradan kimin ne pay alacağını göreceğiz. İsrail,
bize doğru uzanıyor. Türkiye, zaten girdabın içinde. (Soru üzerine>>)
Türkiye, pay almak için uğraşmıyor. Türkiye’nin üzerinde şantaj var, tehdit
var; rolünü oynuyor. (“Bu kadar büyük bir Türkiye’ye haksızlık etmiyor
musunuz?” sorusu üzerine>>) Türkiye dediğim, Türkiye değil, Başbakan.
Bana hiç kimse, şu Suriye politikasının mantıklı bir tarafını söyleyemez. Eğer
“Bu politika mantıklıdır” diyorsa, çıksın karşıma Dışişleri Bakanı, çıksın
karşıma Başbakan, saatlerce konuşayım. (“Başbakan bu politikayı Türkiye’ye
anlatmış, halktan da destek almış” itirazı üzerine>>) Hiç anlatmamış.
Herkesi susturmuş, tek yanlı olarak bir şeyler söylüyor. Tüm medyanın ve
aydınların görevi de onun söylediklerine uygun şeyler üretmek ve bu gün
İsrail’in Kudüs’ü başkent yapmasına yönelik gelişmeleri ortaya çıkaran, bunu
destekleyen, bu yolu açan, bunda en etkili olan isimlerden biri, Sayın
Erdoğan’dır. Aynı Erdoğan, İsrail Kudüs’ü başkent ilân ettiği zaman
bağıracaktır. Kızacaktır ekranlarda ve o zaman da vatandaş diyecektir ki, “Yahu
görüyor musun, yine kızdı İsrail’e” diyecektir. Halbuki, bakın bunu şimdiden
söylüyorum ki, kızmaya hakkı yok. Bu işi o noktaya getiren, kendisidir.”
“Yahu “One minute (van minut) deyip Türkiye’nin iftiharı
olmuş, tarih boyunca olmamış bir hamlenin sonrasında Arap sokaklarında bile
efsane olmuş bir Başbakan, İsrail’in lehine hareket eder mi sizce?” sorusu
üzerine de Şener, şöyle konuştu:
Meşal’in Türkiye’ye
davet edilişi, Erdoğan’la İsrail’in anlaşması ile oldu
“Bakın, İsrail’le arasında anlaşma vardır Başbakanın.
Bağırırken bağırma iznini Başbakana veriyorlar, ama iş yaparken Başbakan, bütün
yaptığı işlerde İsrail politikalarını uyguluyor. (Türkiye’nin Başbakanı bunu
yapar mı?” sorusu üzerine>>) Evet, yapıyor. Yapıyor. Bakın, özgürce
söylüyorum bunu, hiçbir endişeye kapılmadan; kabinede olan biri olarak
biliyorum. Biliyorum. Vaktimiz varsa Meşal’in Türkiye’ye nasıl geldiğini
anlatayım burada. Hatırlıyorsunuz, Meşal’in gelişini, buraya. O sırada basın,
biraz daha özgürdü. O sırada Hamas’ın lideri Meşal’i, İsrail’in “terörist” diye
tanımladığı bir insanı Türkiye’ye davet ediyor. “Türkiye ile İsrail’in ve
Amerika’nın arası açılacak; Türkiye, bundan zarar görecek” diye basın, büyük
bir gürültü yaptı o sırada. Meşal geldi, Hükümetle de görüştü ve ayrıldı; ama
tam Meşal’in geleceği günlerde Bakanlar Kurulu’nda Başbakan, Dışişleri Bakanına dedi ki, “Basın
çok gürültü çıkarıyor” dedi. “Belki bazı bakan arkadaşlarımızın tereddütleri
vardır. Şu Meşal’in Türkiye’ye gelişini bir anlat” dedi ve Bakanlar Kurulu’nda
hangi bilgi verildi, biliyor musunuz? Denildi ki, “İsrail, Hamas’a ve
liderlerine, başta Meşal olmak üzere, ‘terörist’ diyor. Onun için de bunlarla
doğrudan temas kuramıyor; ancak Filistin halkını onlar temsil ettiği için,
bunlarla ilişkiye girmek istiyor, görüşmek istiyor. Bunu da yapamıyor ve zor
durumda. Bizden rica ettiler; Meşal’in İsrail’le görüşmek suretiyle, birlikte
anlaşarak davet ettik” dediler.”
Bu söylediklerim
manşet olmuyorsa, bu ülkede basın özgürlüğü yoktur
Şener, “Kötü bir şey mi bu?” sorusu üzerine de, konuşmasını
şöyle sürdürdü:
“Ama dur bir dakika! Bir dakika! Burayı kalabalığa (laf
kalabalığına) getiremezsiniz. Şurada şu söylediğim olayı, özgür basın olsa, ben
burada telâffuz eder etmez, bütün televizyon kanallarının ana haberlerine şak
diye düşer. Eğer bu söylediklerim, bir ay Türkiye’de tartışılmıyorsa, bu günkü,
yarınki haberlerde ana manşetlere düşmüyorsa, bu ülkede basın özgürlüğü yoktur.
Süreci tamamlayalım: Sonunda, İsrail’in de Türkiye’den talebi üzerine Meşal
davet edildi. Hükümetle görüşmelerini yaptı, ayrıldı. Ayrıldığı gün de İsrail
Büyükelçisi, Türk Hükümetinin aleyhine bir beyanatta bulundu. Ankara
Büyükelçisi. Hükümetin yanlış yaptığını, Meşal’i Türkiye’ye davet etmekle
yanlış yaptığını söyledi ve eleştirdi. Bunun üzerine basın, “Biz demedik mi?
Bak Büyükelçi de böyle dedi” diye yaygara yapıyordu; ama ertesi birkaç gün
içindeydi; Başbakan, “Yahu” dedi, “Bu
Büyükelçi bir şeyler söylemişti” dedi. “Şu Dışişleri Bakanıyla bir görüşeyim”
dedi. İsrail Dışişleri Bakanıyla bir görüşme yaptı. “Biz anlaşmadık mı?” dedi.
“Sizin Büyükelçi farklı şeyler söylüyor” dedi. Ama Türkiye’ye hangi imaj
verildi o dönemde? Hangi imaj verildi? Verilen imaj, şudur: “İsrail’e rağmen Türkiye,
Meşal’i davet etmiştir bu hükümet” diye imaj verildi. Yani, görünenler başka,
gerçekler başka. Şimdi bakın, Davos’ta bağırdı. Niye bütün ihaleleri İsrailli
iş adamları alıyor? Neden “Büyük Ortadoğu Projesi” bir İsrail projesi olduğu
halde Başbakan peşine takılıyor? Suriye’nin parçalanması, Lübnan’da
Hizbullah’ın yok edilmesi, en fazla İsrail’e yarayacakken, Türkiye’ye zarar
vermekten başka hiçbir sonucu ortaya çıkmayacakken, bu politikanın en güçlü
ayağı ve uygulayıcısı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı oluyor? Bunda bir terslik
yok mu? Onun için, bakın, Başbakanın söylediklerine bakmayacaksınız. Sadece siz
değil, bütün bir halkımıza söylüyorum ben. Başbakanın söylediklerine
bakmayacaksınız. Ne söylüyorsa tersini yapıyor. Aslına bakarsanız, yaptıklarını
kapatmak için tersini konuşuyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder