23 Mayıs 2018 Çarşamba

Osmanlı Döneminde Ramazan - 2


Ramazan Tenbihnâmeleri

“Osmanlı Döneminde Ramazan”ın bu bölümünde, “Tenbihnâme”lerden bahsedeceğiz.

Osmanlı padişahları, dinî bakımdan son derece değerli bir ay olan Ramazan ayı boyunca halkın Ramazan ibadetlerini hakkıyla ifa edebilmeleri için, emniyet ve huzurun sağlanmasına çok önem verirlerdi. Bu maksatla padişahlar, sosyal hayatın değişik alanlarına dair birtakım düzenlemeler ve yasaklar hakkındaki talimatları, yazılı olarak halka ulaştırırlardı.

Prof. Dr. Nesimi Yazıcı’nın verdiği bilgiye göre “Ramazan Tenbihnâmeleri” adıyla anılan bu talimatlar, “Varaka-i Mahsûsalar” şeklinde yayınlanarak halka ulaştırılıyordu. Bu gün elimizde Tanzimat dönemi ve sonrasına ait Tenbihnâmeler olsa da, bu uygulamanın Tanzimat öncesinde de hayata geçirilmiş olduğu düşünülüyor.

Ramazan ayında yayınlanmış olan her Tenbihnâme, doğrudan doğruya Ramazan’ın manevî boyutuyla ilgili değildi. Meselâ, Serasker Hüsrev Paşa’nın Istanbul Kadısı’na hitaben kaleme aldığı 1834 tarihli Ramazan Tenbihnâmesi’nde, yani Sultan 2. Mahmud dönemine ait Tenbihnâmede, şu talimatlar yer alıyor:

“Ramazan içerisinde Padişah namaz kılmak üzere zaman zaman bazı camilere gidecektir. Bu sırada halkın Padişah’a karşı doğal ve fakat saygılı davranması gerekmektedir.

Kıyafetle ilgili esaslara uyulmalı, konak ve evlerin dış yüzleriyle önlerinin temizliğine azamî titizlik gösterilmelidir.

Padişah’a herhangi bir konuda arz-ı hâl iletmek isteyenler, bunu yalnızca Cuma günleri ve usulüne uygun olarak vermelidirler. Bu konular mahalle imamları, muhtarlar tarafından halka, hancılar kethüdası tarafından da hanlarda kalanlara eksiksiz olarak duyurulacak, Seraskerlikçe de takibi titizlikle gerçekleştirilecektir.”

Sultan 2. Mahmud’un, İstanbul’da yaşayan asker ve sivillerin Ramazan ayında ne durumda olduklarını doğrudan görmek ve muhtaç olanlara yardım dağıtmak için, zaman zaman selâtîn camilerine giderek cemaatle birlikte namaz kıldığı ve hiçbir nahoş olayla karşılaşmadığı biliniyor.

5 Kasım 1839 tarihli bir başka Tenbihnâme de Sultan Abdülmecid dönemine ait. Bu tenbihnâmedeki talimatlar, daha sert uygulamalara işaret ediyor.

“Görevi olanlar hariç herkes, yatsı ezanı okunduğunda camiye giderek teravih namazını kılacaktır. Cemaatin namazda bulunduğu esnada berber, tütüncü ve benzeri dükkânlarda oturanlar “te’dîb ve tekdir” olunacaklardır.

Erkeklerin, cemaati kalabalık olan diğer camilerle birlikte Bayezid Camisi avlusu ve Çarşı’da bulunan hanımları, söz ve davranışlarıyla rahatsız etmekten sakınmaları, kadınların da uygun olmayan kıyafetlerle sokağa çıkmak gibi yakışıksız tavırlardan kaçınmak suretiyle ırz ve namuslarını korumaya dikkat etmeleri gerekmektedir.”

Tenbihnâmenin devamında, herkesin her zaman Allah’ın emirlerine karşı gelmekten, Padişah’ın rızasına uymayan davranışlarda bulunmaktan sakınması ve dolayısıyla bu tenbihnâmenin hükümlerine uyması gerektiği belirtildikten sonra, helâli-haramı idrak edemeyen bazı kendini bilmezlerin çıkması halinde şiddetle cezalandırılacakları kaydediliyor.

Varaka-i Mahsûsa
1843 yılında 25 Eylül-24 Ekim tarihleri arasında yayınlanan tenbihnâmede ise, Ramazan ayında herkesin camilere giderek namazlarını cemaat halinde kılması isteniyor. Bunun yanı sıra, camilerde vaaz dinlemek için bile olsa kadın-erkek karışık vaziyette oturulmaması, camilerin çevresinde kadın-erkek ilişkilerine dikkat edilmesi, kadınların kıyafetlerine ve davranışlarına dikkat etmeleri tavsiye ediliyor.

1847 yılı Ramazan ayı, İstanbul halkının genellikle kır gezintileri yaptığı bir döneme denk gelmişti. Bu sebeple, bu dönemde yayınlanan bir tenbihnâmede, diğerlerinden daha farklı talimatların yer aldığı görülüyor.

13 Ağustos-11 Eylül tarihleri arasında yayınlanmış olan bu tenbihnâmeyle, piknik alanlarında kadın-erkek karışık oturulması, kadınların ince yaşmak kullanmaları, arabalarının yanında genç ve süslü arabacı ve seyisler götürmeleri yasaklanıyor. Ardından, mesire yerlerinde gezinmek ve piknik yapmak için kadınlara ve erkeklere farklı günler tahsis ediliyor.

Buna karşılık erkeklerin de kadınların toplandıkları mahal ve dükkânlarda oturarak onlara sözlü ve fiilî sarkıntılık etmekten şiddetle sakınmaları istenirken, kadınların da dükkânlarda oturmaları yasaklanıyor.

Kumar oynamanın zaten kanunen ve şer’an yasak olduğu belirtildikten sonra, oynayanların derhal cezalandırılacakları belirtiliyor.

Ayrıca kadınların akşam ezanından bir saat öncesinden sonra dışarıda kalmayıp evlerine dönmeleri isteniyor.

1850 yılı Ramazan ayında yayınlanmış olan bir tenbihnâmede ise oruçla ilgili bir talimata rastlanıyor. Buna göre, Müslüman olmadıkları için oruç tutmayan vatandaşların, umumî yerlerde açıktan yiyip içmemeleri isteniyor; aksi halde kavgalara sebep olabileceği belirtiliyor.

23 Mart-21 Nisan 1860 tarihinde yayınlanmış olan başka bir Tenbihnâmede ise, herkesin camilerde ve diğer yerlerde vakit geçirmekte serbest oldukları belirtilmekle birlikte; gün boyu çarşı içinde, Sultan Bayezid ve Şehzadebaşı’na doğru yol üzerindeki dükkânlarda, özellikle kahvehanelerde oturulmasının yasak olduğu kaydediliyor.

Tenbihnâmede ayrıca, geceleri halkın geçişine engel olacak şekilde yolların ortasına oturmak, kadınları taşıyan faytonların Bayezid’de ve Şehzadebaşı’nda sokak ortalarına bırakılması, geceleri fenersiz sokağa çıkılması, fişek atıp maytap yakmak gibi halkı rahatsız eden ve huzuru bozan davranışlar yasaklanıyor.

Tenbihnâmede, musıkî icra edilen ve Karagöz oynatılan yerlerde herkesin ırz ve edebiyle oturması isteniyor. Sultanahmet, Şehzade ve Lâleli camilerinin, kadınların namaz kılmalarına ve vaaz dinlemelerine tahsis edildiği hatırlatılan tenbihnâmede, bu camilere namaz vakitleri dışında ve cami hademeleri haricinde erkeklerin girmelerinin yasaklandığı kaydediliyor.

Hiç yorum yok: