Saadet Partisi’nin Ankara 1’inci bölge 1. sıradan milletvekili adayı olan eski Ankara DGM Hakimi, emekli Albay Tanju Güvendiren, medyada hakkında çıkan “28 Şubat döneminde Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ı ve 9 kişiyi tutuklayarak cezaevine gönderen savcı, Saadet Partisi’nden milletvekili adayı oldu” başlıklı haberler hakkında açıklama yaptı.
Güvendiren, Millî Gazete ve TV 5 Ankara Temsilcisi Mustafa
Yılmaz’a yaptığı açıklamada, 1997 yılında Hizbullah terör örgütü üyesi sanıkları
tutuklattığını, o dönemde 28 Şubat sürecinin henüz başlamadığını söyledi. Güvendiren,
Millî Gençlik Vakfı üyesi sanıkların da anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs
suçu işledikleri iddiasıyla yargılandıklarını, maddî delil bulunmadığı için de
bu sanıkları serbest bıraktığını anlattı. “Yani o Millî Gençlik Vakfı
mensuplarını, suçsuz günahsız tutuklamam mı gerekiyordu” diye soran Güvendiren,
“Bunlar, engerekler, çiyanlar. Bunlar, şairin dediği gibi, bizim ekmeğimize,
aşımıza, sütümüze; daha doğrusu, halkın rızkına göz koyanlardır. Kimse
inanmasın bunlara” diye konuştu. Güvendiren, şu açıklamada bulundu:
“Ben, millî bir adamım. Bu parti, hem millî hem yerli. O
nedenle Saadet Partisi’nde aday olmak istedim ve aday yapıldım. Rahmetli
Necmettin Erbakan, benim kadim dostumdu. Allah, gani gani rahmet eylesin. Onun
hakkında söze gerek yok; sözlerin yeterli olmadığını düşünüyorum. Bu eylem, bu
AKP’li trollerin, özel görevli adamların, bir de Cemaat, “Cemaat”ten kastımın
ne olduğunu biliyorsunuz, o mensupların organize ettiği bir eylem ve işlem
olduğunu değerlendiriyorum. Benim üzerimden, yıldızı parlayan iktidara
alternatif olan, halkın hukukunu ve emniyetini savunan bir parti geliyor, bütün
gücüyle. Bu “tehlikeyi” gördüler; kendileri için “tehlike”; ama Türkiye için
büyük mutluluk. Netice itibariyle, benim üzerimden Saadet Partisi’ni yıpratmak
istiyorlar. Boşuna uğraşıyorlar. Bunun olması, mümkün değil. Ben, 28 Şubat
döneminde Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde hakimdim. Ben, hiç yaşamım
boyunca orada savcılık yapmadım. Bunlar, gerçek dışı iddialar. Burada Hizbullah
terör örgütü, 1997 yılında olabilir, Şubat ayının başıydı. Bunlar, gözaltına
alındı. Ben, o zaman nöbetçi hakimdim. Bunların bir kısmı, Türk Ceza Kanunu’nun,
o tarihteki, 169’uncu ve silahlı çete mensubu olmaktan da 168’inci maddeden
bunların tutuklanmalarını gerçekleştirdim. Bunlar, yargılandılar. Daha önce
tevkife (tutuklanmaya) itiraz ettiler, reddoldu. Yargılama sonucunda bir kısmı,
Hizbullah terör örgütüne yardım etmekten 169’uncu maddeden mahkûm oldu.
Diğerleri ise çete mensubu olmaktan daha ağır hapis cezaları aldı bunlar.
Bunun, 28 Şubat’la bir alâkası yok ki. 28 Şubat, daha olmamış. Millî Gençlik
Vakfı üyeleri, hatırladığım kadarıyla, şimdi elimde belge yok da, Türk Ceza
Kanunu’nun 146’ncı maddesine muhalefetten, yani anayasal düzeni değiştirmekten geliyorlardı.
Ben, hakimim. Ben, önüme gelen maddî delile bakarım. Yani benim için birinci
şart, birinci delil, maddî delildir. Delillere baktım, inceledim; böyle bir
eylem ve işlem yok. Hakimler, tutuklama talebinde olsun, yargılama aşamasında
olsun, suçun vasfını değiştirebilirler. Baktım, olsa olsa yani 163’üncü madde
olarak değerlendirdim bunu. E o da yok. “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” diye
evrensel bir prensip var. O halde yapılacak bir şey yok; hepsini ben, serbest
bıraktım. Ne demek istiyorlar? Ne yapmak istiyorlar? Yani o Millî Gençlik Vakfı
mensuplarını, suçsuz günahsız tutuklamam mı gerekiyordu, bunların puan
kazanmaları için? Yazıklar olsun hepsine! 28 Şubat kararlarına dayanak teşkil
eden hiçbir eylem ve işlemin içinde ben olmadım. Yargının olması mümkün değil zaten.
Benim, uzaktan yakından bir alâkam yok. Hiç böyle bir… Kimsenin saçıyla,
başıyla, türbanıyla, sakalıyla, pantolonuyla ilgilenmedim ben zaten. Ne alâkası
var? Bunlar, AK Parti’nin veya başka grupların, daha önce söyledim mi
bilmiyorum, bunlar, engerekler, çiyanlar. Bunlar, şairin dediği gibi, bizim
ekmeğimize, aşımıza, sütümüze, daha doğrusu, halkın rızkına göz koyanlardır. Kimse
inanmasın bunlara.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder