Osmanlı şehirlerinde gündelik hayat, Ramazan ayı dışındaki aylarda da ezan vakitlerine göre tayin edilirdi. Minarelerden şehre yayılan ezanlar, müminleri namaza davet eden bir çağrı olmanın yanı sıra, onlara günün hangi zaman diliminde olduklarını da ihtar etmiş olurdu. Gün, sabah ezanıyla birlikte başlar, öğle vakti mola verilir, ikindi vakti son planlamalar yapılır, akşam ezanı vaktinde de çalışma faslı yavaş yavaş sona ererdi. Yatsı ezanı da, kılınacak namazın ardından, artık uyku vaktinin geldiğini bildirirdi.
Dolayısıyla ezanlar, ibadetler, sadece Ramazan ayında
görünür hale gelen dinî unsurlar değildi. Ancak Ramazan ayı, o kendine has
ruhuyla, iklimiyle, sesiyle, kokusuyla gelince de, hayat büsbütün değişir,
bambaşka bir manevî mevsime girilirdi.
Esasında Ramazan mevsimi, daha Ramazan ayı gelmeden, mübarek
3 aylara girilmesiyle başlayan bir mevsimdi. İçinde bin aydan daha hayırlı
olduğu bildirilen Kadir gecesini barındıran Ramazan, sabırsızlıkla beklenen,
bir bayram sevinciyle karşılanan ve hüzünle uğurlanan çok müstesna bir zaman
dilimiydi.
Bu rahmet, bereket ve mağfiret ayında, ibadetler çoğaltılır,
sosyal yardımlaşma faaliyetleri canlandırılır, gelir dağılımındaki dengesizlik
olabildiğince azaltılırdı. Ramazan ayı etrafında bütün kültürel unsurlarıyla
birlikte oluşan bir Ramazan medeniyeti, bir ay boyunca hüküm sürerdi.
Osmanlı döneminde Ramazan ayında huzur ve sükûn havasının
bozulmaması, asayişin sağlanması, halkın gönül ferahlığı içerisinde bir Ramazan
geçirmesi için de tedbirler alınır; bu maksatla “Tenbihnâme”ler yayınlanırdı.
Bu Tenbihnâmelerde evlerin, işyerlerinin ve kişisel
kıyafetlerin temizliklerine dikkat edilmesi, davranışlarda saygı sınırlarına riayet edilmesi,
rahatsız edici tavırlardan sakınılması, fiyatların arttırılmaması, emniyet görevlileri
dışında silah taşınmaması ihtar edilir, aksine hareket edenler
cezalandırılırdı.
Ramazan kış dönemine denk gelmiş de olsa, yaz dönemine denk
gelmiş de olsa Ramazan’ı fizikî mekânlarda da temiz olarak karşılamak için
evlerde, camilerde, mescitlerde adeta bir bahar temizliği yapılırdı. Bu
temizlik faslının yanı sıra, sair zamanlarda kullanılan ve yıpranmış olanların
yerine yeni seccadeler; daha güzel, daha değerli görülen tesbihler,
dolaplardan, sandıklardan çıkarılırdı. Kur’ân-ı Kerîmlerin kılıfları
değiştirilir, misvakların uçları açılır, muteber sofra takımları silinip
parlatılırdı.
Ramazan’da tabiî olarak kiler de elden geçirilir, Ramazan
ayı boyunca iftarda ve sahurda sofraları donatacak, davetlilere ikram edilecek
olan yemekler, hoşaflar ve tatlılar için malzemeler, önceden temin edilirdi.
Hali vakti yerinde olanlar, çeşit çeşit peynirleri, kol kol pastırmaları,
kangal kangal sucukları, rengârenk reçelleri, rengârenk baharatları, kahveleri,
şekerleri, şerbetleri, bakliyatı, makarnaları, erişteleri, turşuları, hurma,
incir gibi kuru meyveleri, Ramazan’dan önce temin ederlerdi. Bu hazırlıklar,
çarşıyı-pazarı da hareketlendirir, ticarî hayatı canlandırır ve şenlendirirdi.
Hali vakti yerinde olmayanlar da bu hareketlilikten, bu
bereketten mahrum kalmazlardı tabi. Hayırsever zenginler, Ramazan başlamadan
önce yoksulların evlerine bir aylık erzak gönderirlerdi. Çeşitli vakıflar da
faaliyetlerini hızlandırır, ihtiyaç sahiplerini aç ve açıkta bırakmazlardı.
O dönemin vazgeçilmezlerinden olan Ramazan davulcuları da
hazırlıklarını yapar, kimileri muteber semtlere ve büyük şehirlere giderlerdi. Karagöz oynatıcıları da Ramazan hazırlıklarını yapar,
malzemelerini elden geçirirlerdi.
Ramazan öncesi camilerde de hummalı hazırlıklar başlar, o
Ramazan’da asılacak olan mahyalar, mahyacılar tarafından itina ile
hazırlanırdı. Günümüzde Latin harfleriyle hazırlanan mahya yazıları, Osmanlı
döneminde Arap harfleriyle hazırlanırdı. Her camiye mahya kurulmazdı elbette.
Mahya kurulan camiler, büyük ve muteber camiler olurdu.
Ramazan ayının tam olarak hangi gün başlayacağı, devlet
görevlileri tarafından oluşturulan hilâl gözlem heyeti tarafından, “yevm-i şek”
denilen gece, yüksek bir tepede ay gözetlenerek belirlenirdi. Hilâlin göründüğü
gece kadı tarafından gözlem heyetine ziyafet verilirdi. Ramazan ayının
başladığı halka ilân edilir; top atışları yapılır, davulcular davul çalar,
mahyalar yakılır, caddeler de kandillerle donatılarak aydınlatılırdı.
Osmanlı döneminde zenginlerin oturdukları mahallelerle
fakirlerin oturdukları mahalleler farklı semtler değildi. Aynı mahallede
zenginler de yoksullar da bir arada, yan yana yaşarlardı. Bu beraberlik,
zenginlerin fakirleri koruyup gözetmelerini de kolaylaştırırdı.
Ramazan ayında bu kaynaşma, bambaşka olurdu. Büyük
konaklarda, köşklerde, Ramazan boyunca konu komşuya iftar yemekleri verilirdi.
Herhangi bir konakta iftar veriliyorsa, bundan haberdar olan herhangi bir kişi,
davet edilmeksizin bu iftarlara katılabilir, kapıdan geri çevrilmezdi. Bu tür
davetsiz misafirler için ayrı sofralar kurulur, herkes ne yiyip içiyorsa onlara
da ikram edilirdi. İftarın ardından misafirler uğurlanırken, kendilerine “diş
kirası” diye tabir edilen bir mikdar para ve hediyeler verilirdi.
Karagöz ile Hacivat |
Halkın yaşantısının ne durumda olduğunu, hangi sıkıntıların
yaşandığını ve halkın hangi uygulamalardan şikâyetçi olduğunu anlamak isteyen
padişahlar, tebdil-i kıyafet ederek, yani tanınmamak için kıyafet değiştirerek
halkın sesini dinlerlerdi. Bu uygulama, Ramazan ayında da hayata geçirilirdi.
Padişah, arife gününden başlayarak ilk üç gün, kimliğini gizleyerek halkın
arasında dolaşırdı. Yaşanan sıkıntıları tespit eden padişah, onların
giderilmesi için derhal ilgili devlet görevlilerine talimat verirdi.
Devletin idare merkezi olan sarayda, Ramazan’ın başlamasıyla
birlikte her gün padişahın huzurunda Kur’ân-ı Kerîm’deki surelerin tefsiri
yapılmaya başlanırdı. Bu ilim sohbetlerine de “Huzur Dersleri” denirdi.
Teravih namazlarını genellikle sarayda kılan padişah,
Ramazan boyunca dört-beş defa da saray dışında halkla beraber namaz kılardı. Ramazan’ın
15’inci günü mukaddes emanetlerin bulunduğu “Hırka-i Saadet Dairesi” ziyarete
açılır, padişah da ziyaret ederdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder