Ayşe Dural
“Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” diye klasik bir söz
vardır. Bu sorunun yanıtının mutlak bir doğrusu yoktur; ama şu bir gerçek ki,
önce bilgilenip sonra da gezmenin sonsuz faydaları var. Topkapı ve Dolmabahçe
saraylarını birkaç kez gezmeme rağmen tekrar keşfetme isteği duydum. İşte önceden
bilgilenmek, bu keşfim sırasında çok yararlı oldu. Rehberim, Prof. Önder
Küçükerman’ın “Bir İmparatorluk İki Saray” isimli kitabıydı. Ali Konyalı’nın
eşsiz fotoğraflarının bulunduğu kitabı, birkaç gün zevkle inceledim. Daha önce
hiç dikkat etmediğim ayrıntılarla farklı bir yaklaşım sunuyordu. Ufkumu açan
yön, günümüzün yükselen trendi tasarım penceresinden bakmak oldu. İşin çok
zevkli ve bir o kadar da bilinmeyen bu tarafını çok sevdim.
“Saraylar, ülkedeki sanayi mantığını, üretimi değiştiren en
önemli prototiplerdir. Oyunun sahnelendiği ikna edici; yaratıcılık, sanat ve
endüstrinin teşvik edildiği yerlerdir. Yani her şey önce sarayda başlar, sonra
ülkeye, dolayısıyla da ekonomiye, ticarete yansır.” Prof. Küçekerman’ın bu
sözleri, aklımızda yola çıkarak Topkapı Sarayı’ndan başlayalım, genel
bilgilerimizi artırmaya.
Bir ürün kataloğu: Topkapı
Sarayı
Topkapı Sarayı, Doğu’nun idolü olmak üzere kurulmuş ve 350
yıl kullanılmış. Küçekerman’ın şu tanımlaması geliyor hemen akla: “Topkapı
Sarayı, Doğu’ya dayanan bir kimlik üzerine inşa edilmiş dev bir tasarım
merkeziydi.” Çünkü her padişah, ayrı bir kurumsal kimlik yaratmış. Bunu
gerçekleştirenler de Kapalıçarşı esnafı, yani özel bir ekip olarak zanaatkârlar,
Ehl-i Hiref kadrosudur. Bunların gücü, Doğu’nun sanatına yöneltilmiş ve Topkapı
Sarayı’nda onların eliyle pek çok prototip yaratılmış. Meselâ padişaha bir
giysi gerektiğinde sarayın tasarım ustaları olan Ehl-i Hiref, hemen bu giysiyi
tasarlar, sonra prototipi onaylanır, daha sonra da Bursa tezgâhı devreye
girerdi; çünkü Bursa, Topkapı Sarayı için ipekli üreten bir şehirdi. Böylece
bir akım, bir moda doğardı. Bu da ekonomiyi canlandırırdı. Bu nedenle Topkapı
Sarayı’na bir ürün kataloğu demek, yanlış olmaz. Yine Küçükerman yanımızda
beliriyor hemen: “Bunu en iyi gösteren şey, Topkapı Sarayı’ndaki her şeyin tek
olmasıdır. Birbirinin eşi olan iki şey yoktur. Dolayısıyla eğer bir yerde her
şey tekse orası araştırma yapılan bir laboratuvardır. Topkapı Sarayı, bilinen
en eski Doğu kimliğini Batı’ya karşı cephe açarak geliştiren ama bu iş için de
önemli sanayi yatırımları kararları alınan bir yerdir.” Topkapı Sarayı’nda halı
ve sedirin üstünlüğü vardır. Gezerken hiç dikkat ettiniz mi? Mobilya ve
merdiven yoktur bu sarayda. Topkapı Sarayı, doğanın sarayıdır. Kuş sesi, at
sesi, insan sesi, rüzgâr sesi vardır. Kısacası doğa için kurulmuş bir saraydır.
Yürürken sessizlik ya da kuşlar eşlik eder size. At nallarının çıkardığı
sesleri duyarsınız, çok uzaklardan. Doğu’nun tüm binaları, tek katlı bu sarayı
bütün ihtişamıyla süsleye dursun, Batı’da endüstri devrimi, tüm hayatı
değiştirmeye başlamıştır. Eh, bu durumdan elbette Topkapı Sarayı da nasibini
alacaktır. Zaten 3. Selim döneminde başlayan değişim rüzgârları, Dolmabahçe
Sarayı’nın yapılmasını elzem kılmıştır. “Dolmabahçe, 1850’lerin sanayi
devriminin Türkiye’ye getirilmesi için kurulan bir kimlik kataloğudur.” diye fısıldıyor,
Küçükerman.
Dolmabahçe’de her şey
çoktur
50 bin objesi ve yüzlerce odasıyla Dolmabahçe Sarayı’na her
şey Batı’dan geliyor ama Osmanlı’ya uygun şekilde yapılıyor. Artık bu sarayda
geleneksel Ehl-i Hiref yok. Her şey yurt dışından geliyor, her şey bir anda
değişiyor. İskemle, masa, ısıtma sistemi, merdiven, hepsi Dolmabahçe Sarayı’nda
arz-ı endam etmeye başlıyorlar.
Dolmabahçe’de sedir yok; çünkü değişim, mobilyayı
gerektirmiştir. Dolmabahçe Sarayı’nda her şey çoktur. Öbür tarafta merdiven mi
yok? Burada var. Üstelik canlı. Öbür tarafta masa mı yok? Burada alâsı var.
Topkapı Sarayı’nda ısıtma sistemi yok, burada yüksek basınçla çalışan kalorifer
sistemi var. Yani kısaca Dolmabahçe Sarayı, bir teknoloji hikâyesidir.
Bu saray, bir anlamda geleneği yıkmak için Pera’yı yaratıyor.
Galata’da Bankerler Caddesi’ni kuruyor. Yine Küçükerman’a kulak verelim: “Topkapı
Sarayı döneminde kadınlar pantolon, erkekler etek giyiyor. Dolmabahçe dönemine
gelince, bu sefer tam tersi oluyor ve erkekler, üniforma giyiyorlar. Bunun ne
biçim bir değişim olduğunu tahmin edemezsiniz. ‘Herkes fes takacak’ deniyor;
ama böyle kumaş yok. Yapacak fabrika da yok. O yüzden Feshane kuruluyor.
Dönüştürüyor hayat. Mobilya, kıyafet, pencere değişiyor. Harem de değişiyor, 3
katlı oluyor. Tramvay geliyor. Topkapı’da kadınların ata binmesi, erkeklerin de
arabaya binmesi yasak. Dolmabahçe Sarayı’nın girişi ise, arabaya uygun
yapılmıştır. Artık padişah, arabayla geliyor.”
1840-1856 yılları arasında yapılan Dolmabahçe Sarayı, tam 25
yıl boyunca o dönemin sahnelendiği yer oluyor.
Bir sultanın yatak
odası
Ufuk açan bu bilgilerden sonra sarayları ziyaret etmemek
olmaz. Bu bir keşif gezisi olacak. Daha önce bilinmeyen ya da dikkat edilemeyen
detayları, objeleri paylaşacağız sizinle.
Harem, başka bir dünya... Aşkların, entrikaların,
kıskançlıkların yaşandığı Harem, Osmanlı tarihine de tanıklık ediyor. Harem’den
kalan en güzel odalardan biri de 1578 yılında Mimar Sinan tarafından tasarlanan
ve inşa edilen 3. Murad’ın Has Odası. 16. Yüzyılın tüm görkemini yansıtan oda,
mavi renkli çinilerin arasına serpiştirilmiş mercan kırmızısı çinileriyle
büyüleyici. Burada kullanılan çiniler, bu yapıdan sonra başka yerde
kullanılmamış. Başınız yukarı kaldırıp kubbeye de bakmanızı öneririz. Klasik
motiflerle süslenmiş kubbe, muhteşem. Bakır yaşmaklı ocağın tam karşısında ise
gömme olarak yapılmış 3 kademeli mermer bir çeşme, göze çarpıyor. Bu gün bile
şırıl şırıl akan sularıyla geçmişten nice yankılar uyandıran bu çeşmeler, o
dönemde, içerideki konuşmaların dışarıdan duyulmaması için açık bırakılırmış. Sedef
kakmalı dolaplar, ahşap işçiliğinin en güzel örneklerini veren kapılar da
ayrıca dikkat çekici.
Üç asır, üç oda
Eğer Osmanlı’nı 3 yüzyılını kıyaslamak istiyorsanız, yine
harem’deki 3 odayı gezebilirsiniz. Hünkâr Sofası, 1. Ahmed Has Odası ve 3.
Ahmed’in Yemek Odası. Ya da bilinen diğer adıyla Yemiş Odası. 16. Yüzyıl
sonlarında 3. Murad tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Hünkâr Sofası, Harem’in
en büyük ve gösterişli odası. 17 Yüzyıl özellikleri de 1. Ahmed Has Odası’nda
görülebilir. Yemiş Odası, çeşit çeşit meyve ve çiçek resimleriyle girdiğiniz
anda içiniz açıyor. 3. Ahmed tarafından 1705-1706 yılları arasında yaptırılmış.
Dönemin tasarım anlayışının değiştiğini gösteren Yemiş Odası, iç süslemeler
bakımından çok zengin.
Porselen, halı ve cam
üçlemesi
Sarayda halı ve tavan, her ikisi de aynı ölçüde ve anlamda
olmak zorundaydı. Topkapı Sarayı ile birlikte çoğunlukla Anadolu’da aile
ihtiyacını karşılayan halıcılık, boyut değiştirdi ve İstanbul’da saray halıları
geleneği ortaya çıktı. Sarayda çalışan halı üstadları eliyle gelenekselin
dışına çıkılarak özel ve yepyeni saray tasarımları yaratıldı. Topkapı Sarayı’nda
Doğu’nun en iyi cam ustalığını da görebilirsiniz. Saraya imparatorluğun
camcılık merkezi de denilebilir. Sarayın kapalı mekânlarını gezerken başınız
hep havada olsun; çünkü ‘Tepedeki Işık’ günün farklı saatlerine göre size “Merhaba”
diyecek. “Bu saraydaki 5 yüz yıl önceki pencereler, yüzlerce yıl boyunca
kullanılacak olan “Tepedeki Işık” kavramını yarattı. Bu ışığın yansıdığı
pencereler, kubbeler, vitray dediğimiz camlardı. İlk tepe pencereleri, küçük ve
az sayıdaki renkli camlarla yapılıyordu. Küçük fırınlarda, küçük boyutlarla
yapılan cam levhalar, bütün teknik zorluklarına karşılık ‘Tepedeki Işık’ olarak
mekân tasarımına yeni boyutlar getiriyordu.” diyor, Küçükerman.
Hünkâr Hamamı kubbesi, Harem girişinde Valide Sultan Dairesi
girişinde, Hünkâr Sofası’nda, Sünnet Odası ve Ağalar Koridoru’nda “Tepedeki
Işık”ı saçan camların en güzel örneklerine rastlayabilirsiniz. Küçükerman’dan
edindiğimiz bilgilere göre Topkapı Sarayı’nda 10 bin 700 parça Çin porseleni
koleksiyonu bulunuyor. Bu konuda Küçükerman’dan ilginç bir anekdot aktaralım: “Sarayda
camın olmadığı dönemde Çin malı porselen kullanılıyor. Sarayda daha etiketi
çıkarılmamış porselenler var; fakat bazı Çin porselenleri de kırılıyor. O kadar
değerli, ki porselenler, kırılanların atılması yasak. Daha sonra sarayın
ustaları, başka şekilde bunları birleştirerek buhurdanlık gibi gereçler
yapıyorlar.”
Çiniler
Topkapı Sarayı’nın çinileri, Osmanlı çini sanatının tüm
dönemlerini toplu olarak gözler önüne seriyor. Fatih Sultan Mehmed tarafından
yaptırılan, şimdi Arkeoloji Müzeleri bahçesinde yer alan Çinili Köşk (1472)
anıtsal bir yapı. 16. Yüzyılın 2. yarısının en kaliteli çinilerinin bulunduğu
bölümlerden biri de Hırka-i Saadet Dairesi… 1640 tarihli sünnet odasının
cephesini ise çeşitli dönemlere ait çiniler süsler.
Tılsımlı gömlekler
Tılsımlı ya da “şifalı gömlekler”, Topkapı Sarayı’nın en
gözde koleksiyonları arasında. Sarayda 87 adet tılsımlı gömlek, bir takma yaka,
5 takke, 10 yazılı örtüden oluşan yaklaşık 100 civarında bir koleksiyon mevcut.
Padişahlar, savaşa giderken üzerine şifreli bir şekilde fetih suresinin
işlendiği bu gömlekleri zırhlarının altına giyiyorlardı. Kişiyi türlü
kötülüklerden koruduğuna, hastalara şifa verdiğine inanılan “şifalı gömlekler”,
konuşan tarih niteliğinde. Göleklere dair ilk bilgiye Kur’ân-ı Kerîm’deki Yusuf
Suresi’nde rastlanıyor. Surede Yusuf Peygamberin kardeşlerine vererek babası
Yakup Peygambere gönderdiği bir gömlekten bahsedilir. Yakup Peygamber, bunu
yüzüne sürünce, ağlamaktan görmez olan gözleri açılır. Bir rivayete göre de
Cebrail’in Nemrut tarafından ateşe atılan İbrahim Peygambere Allah’ın emriyle
cennetten getirip giydirdiği çok ince bir gömlektir. Gömlek, İbrahim’den
çocuklarına kalır. Yakup Peygamber de onu bir muska içine koyarak gizlice oğlu
Yusuf’un boynuna takar. Kardeşleri, kıskançlıktan Yusuf’u kuyuya attıkları
zaman da Cebrail, gömleği muskadan çıkarıp ona giydirir. Koleksiyondaki en
erken tarihli gömlek, Cem Sultan’a ait. Gömleklerdeki yazılar, genellikle
geometrik şekiller içine ya da hiçbir geometrik bölünme olmadan düz satırlar
halinde zemine yazılmış. Gömlek yüzeyine kare, dikdörtgen, baklava, daire,
yarım daire, üçgen şekilleri çiziliyor, içleri ayrıca karelere bölünerek içine
rakamlar ve harfler yazılıyormuş. Ebced hesabına göre Arap alfabesindeki her
harfin sayısal bir değeri vardır. Harflerin dizilişine göre hesap edilerek Kur’ân’ın
istenilen ayeti, gizemli şekilde ifade edilmiş.
İstikamet Dolmabahçe
Topkapı Sarayı’nın ardından, hiç vakit kaybetmeden
Dolmabahçe’nin yolunu tutmak gerek. Bilgiler tazeyken karşılaştırma yapmak çok
daha kolay. Batı endüstrisinin Descartesçı matematiksel mutlak ve endüstri
proseslerine göre yapılmış bu sarayda Topkapı’da olmayan her şey var. Sultan
Abdülmecid tarafından yapımı emredilen Dolmabahçe Sarayı, kısa sürede günlük
yaşamı ve yaşam içindeki ürünleri etkilemeye başlamıştır. Paris ve Londra
yeniliğin, Kapalıçarşı ise geleneğin simgesiydi. İşte Dolmabahçe, bu gerçekler
üzerinde kurulmuştur. Tek bir mimarî anlayışa dayanmayan, karışık üslûpta bir
mimarî tarz içeren Dolmabahçe Sarayı’nın kara tarafı, yüksek duvarlarla
çevrili. Bu tarafta 2 ana ve 7 tali girişi, deniz tarafında ise 5 yalı kapısı
var.
Saray tiyatrosunun açılışı Naum tiyatrosunun sahnelendiği Luigi
Ricci’nin “Scaramuccia” operasının ilk perdesiyle başlamış ve “Chasse De Diane”
(Diana’nın Avı) balesiyle sona ermiş. Zaman içinde ilk Türkçe oyunlar da burada
yazılmış ve sahnelenmiş. Tam manâsıyla Avrupa tipi bir saraya giriyorsunuz
yani. Mimarı Balyan ailesinden Garabet Kalfa. İçte 45 bin metrekarelik
kullanılabilir alan, 285 oda, 46 salon, 6 hamam ve 68 tuvaletle 4454 metrekare
serili halı bulunuyor.
İlklerin sarayı…
Bu sarayda pek çok şey, ilk kez yapılmış. Çok karmaşık
merdivenler, ahşap doğramanın en gelişmiş örnekleri ve düz cam teknolojisi;
modern, vitraysız ve büyük boyutlu pencereler; ısıtma sistemi… Harem, tek katlı
değil, adeta bir apartman gibi tasarlanmış. Dış ülkelerin hükümdar veya
prensleri için “Muayede Salonu”, “Büyükelçiler Salonları” gibi adlarla, Topkapı
Sarayı’nda olmayan mekânlar yaratılmış. Topkapı Sarayı’nda hiç olmayan masa,
iskemle ve dolap, Dolmabahçe Sarayı ile arz-ı endam etmeye başlamış. Hatta
belki de İstanbul’daki ilk fiskos koltuklara ev sahipliği yapmış bu saray. Bu
açıdan sarayın bütününde yeni yaşam tarzının simgelerini görebilirsiniz.
Düz beyaz camlar
Dolmabahçe Sarayı’nda “cam”, büyüler insanı. Kristaller,
camın o aydınlık yünü yansıtır. Vitraylı pencerelere ise hiç rastlamazsınız.
İşte bir keşif daha! Topkapı Sarayı’nda tepedeki ışığı ve küçük camları
hatırladınız, değil mi? Fakat bir gün sanayi devrimi, 50x50 boyutlarında cam
yaptı ve artık modern pencereler, vitraysızdı. O yüzden Dolmabahçe Sarayı’nda
bir tane bile geleneksel vitray yoktur.
Kristal piyano
Camdan bir köşkte her mevsim rüya gibi geçer herhalde.
Burası, Dolmabahçe Sarayı’ndaki en önemli mekânlardan biridir. Maden ve camın
çağdaş yorumlarının tek başına kullanıldığını keşfedersiniz burada. Sarayın dış
dünyaya açılan penceresidir Camlı Köşk. Geleneksel Osmanlı saray düzeni
içindeki Alay Köşkü’nün Dolmabahçe Sarayı’ndaki karşılığı olarak
nitelendirilir. Sultanlar, buradan resm-i geçitleri izlerlerdi. Camlı Köşk’ün
esas mekânı olan ana salonda Osmanlı karakteri ağır basıyor. Buradaki önemli
keşfiniz, Gaveau marka piyano olacak. Piyano deyip geçmeyin. Kristal bir iyano
bu. Geçen yüzyılın cam sanatının çok özgün bir örneği olan piyanonun iskemlesi
de kesme kristal camlarla yapılmış.
750 ampullük dev
avize
Saray için Almanlar ve Çekoslovaklar, özel cam eserler hazırlamış.
Saray’da 52 adet kristal avize, 30 bronz avize 142 çeitli tavan askısı, 60
kristal şamdan var. En önemli avize, Muayede Salonu’nda. Salonun 4 köşesinde
kaideleri renkli somaki mermer ve gövdeleri kristalden şamdanlar, yine
gövdeleri gümüşten, karşılıklı sütun şamdanlar ve 4,5 ton ağırlığındaki avize,
salonun aydınlatılmasını sağlıyor. Kubbeden sarkan 750 ampulü olan avize,
İngiltere Kraliçesi Victoria tarafından hediye edilmiş. İlk yıllarda, aydınlatma
için kandil, sonra hava gazı, daha sonra da elektrik kullanılmış. Bu dev
kristal avize, İngiltere’ye sipariş edilmiş; çünkü burada, Topkapı Sarayı’nda
bulunan “Tepedeki Işık” yoktur artık. “Tepedeki Işık” yerini yurt dışına
sipariş edilen avizelere ve çeşitli aydınlatma araçlarına bırakmıştır.
(“İstanbul 2010” dergisi, bahar 2010, sayı 2)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder