Medyascope TV’nin Genel Yayın Yönetmeni, Gazeteci Ruşen
Çakır, Saadet Partisi dışındaki muhalefet partilerinin, seçim propagandalarını
daha çok Erdoğan’ın kişiliği üzerinden sürdüren bir polemiğe indirgediklerini
söyledi. Bu konuda Saadet Partisi’nin bambaşka bir üslûp kullandığını belirten
Çakır, “Saadet Partisi’nin perspektifi bu gün CHP’ye hakim olmuş olsaydı, işler
çok değişik olabilirdi” dedi. Çakır, “CHP, halâ kendi geçmişinden, geleneklerinden,
ayak bağlarından kurtulamamış bir parti olarak, gerçekten bu fırsatı, Erdoğan’ın
bu içine düştüğü çok büyük krizi, onun yenilgisine dönüştürme fırsatını heba
etmek üzere” diye konuştu.
Ruşen Çakır, Türkiye’nin en kötü dönemlerinden birisine imza
atmış olan Tansu Çiller’in AK Parti’nin Yenikapı mitingine davet edilmiş
olmasının, aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti’nin yenilgisinin
sembolik bir fotoğrafı olduğunu; ancak muhalefetin hataları sebebiyle iktidarın
halâ kazanma ihtimalinin olduğunu söyledi. Çakır, seçimi Erdoğan’ın kazanması halinde, Çiller’in
başkanlık ekibinde yer alabileceğini de ileri sürdü.
İnternet üzerinden yayın yapan Medyascope TV’nin Genel Yayın
Yönetmeni, Gazeteci Ruşen Çakır, Medyascope TV’de “Tansu Çiller, Reis’in
krizine çözüm olabilir mi?” başlığıyla yayınlanan yorumunda, şu
değerlendirmelerde bulundu:
Reis’in ve Reisçiliğin
giderek derinleşen krizi
“Geçen Perşembe günü, yani arife günü yaptığım iki yayından
birisinin başlığı, “Erdoğan’ın büyük çaresizliği” idi ve ona, özellikle Erdoğan’ı
destekleyen çevreler, sadce başlığa bakarak, infial halinde bana tepki
gösterdiler ve 24 Haziran gecesi, bu söylediklerimin yanlış çıkacağını
vurguladılar. Halbuki ben, o yayında, izleyenler bilir, Erdoğan’ın
çaresizliğinin seçimleri kaybettiği anlamına gelmediğini, normalde bu seçimi
kazanmasının çok zor hatta imkânsıza yakın bir zorlukta olduğunu; ama kazanan
kişiler ortaya çıkamadığı için kaybetmeme ihtimalinin de bayağı (yüksek)
olduğunu söylemiştim. Bunda halâ ısrarlıyım. Erdoğan, bir süredir çok ciddi bir
kriz yaşıyor. Ben, bunu “Reis’in ve Reisçiliğin krizi” olarak tanımlıyorum. Bu
kriz, giderek derinleşiyor. Ertelemeye çalıştıkça daha da derinleşiyor; ama kimse
kendisine gerçek anlamda meydan okuyamadığı için halâ iktidarını koruyabiliyor.
Muharrem İnce’nin bu sefer bu oyunu, gidişatı bozabileceğine inananlar olduğunu
biliyorum. Bu konuda benim böyle düşünmediğimi, onun başından itibaren kampanya
stratejisinde Erdoğan’ın arzu ettiği bir alanda, kişiselleştirilmiş bir
kampanya yaptığını düşünüyorum. Bunu biliyorsunuz. Birkaç yayın yaptım; ama çok
tepki aldım. Ben, Muharrem İnce’nin kampanyası başarılı bir strateji üzerine
inşa edilmiş olsaydı, bu seçimi Erdoğan’ın kazanmasının kesinlikle mümkün
olmayacağına inananlardanım. Her neyse…
Çiller, Erdoğan’ın
büyük çaresizliğinin en sembolik fotoğrafı oldu
Bu krizin, bu çaresizliğin birçok boyutu olduğunu söyledim
ve Pazar günü İstanbul Yenikapı’daki mitinge baktığımızda, Tansu Çiller’i
gördük ve kendi kendime dedim ki, ‘Keşke ben, bu yayını mitingden sonra
yapsaydım ve kapak fotoğrafı olarak da Çiller’i koysaydım.’ Yani Erdoğan’ın
büyük çaresizliğini özetleyebilecek bundan daha anlamlı, daha sembolik bir
fotoğraf olamaz.
Türkiye’nin en kötü
dönemlerinden birisine imza atmış bir isim
Tansu Çiller gibi, Türkiye’nin en kötü dönemlerinden
birisine imza atmış ve ondan sonra da tabi ki haklı bir şekilde gözlerden uzak
bir hayat sürdürmüş, ne yaptığını kimsenin bilmediği, çok da umursamadığı bir
insanın, yıllar sonra, hiçbir şey olmamış gibi o mitinge katılması, orada
kürsüye çıkması, medyaya demeçler vermesi ve millî bir şuurla orada olduğunu
söylemesi; yani Erdoğan’a yandaş olması… Tansu Çiller’in çaresizliğini, zaten
biliyorduk, o çok önemli bir şey değil; ama Erdoğan’ın da çaresizliğini gösteriyor.
Yoksa her önüne gelen, o mitinge gidip boy gösteremiyor. Tansu Çiller oradaysa,
Erdoğan’ın bilgisi, onayı ve hatta belki de teşvikiyle orada. Dolayısıyla Tansu Çiller’li bir fotoğraf, Yenikapı
mitingi denince akla Tansu Çiller’in gelecek olması, aslında AKP’nin ve Erdoğan’ın
şu andaki durumunun hiç de parlak olmadığını, açık seçik, berrak şekilde
gösteriyor. (…)
O kötü yılların birinci
derecede sorumlusu
Onun (Çiller’in) kötü dönemlerini, genç kuşak bilmiyor; ama
şunu da çok iyi biliyoruz ki “90’lı yıllar” diye gönderme yapılan o kötü
yılların esas birinci derecede sorumlusu, Tansu Çiller’dir. Tansu Çiller’in
Türkiye’ye bu saatten sonra verebilecek hiçbir şeyi yok. Bu konuda neredeyse
yakın zamana kadar bir mutabakat vardı ve bu konuda özellikle dün Refah
Partisi, Fazilet Partisi ve hatta AK Parti de bu konuda mutabakat
içerisindeydiler; ancak şimdi Tansu Çiller, çıktı ve Erdoğan’a destek verdi, “Millî
bir şuur”la…
Çiller çizgisinin bir
yansıması olarak Süleyman Soylu
Bunun devamı gelir mi? Tansu Çiller, eğer kendisi de
istiyorsa, ki istediği anlaşılıyor, önümüzdeki dönemde seçimi tekrar kazanması
durumunda Erdoğan’ın ekibinde bile yer alabilir; ama şunu unutmamak lâzım: Tansu
Çiller’in burada olması, çok da şaşırtıcı bir şey değil; çünkü onunla aynı
paralelde olduğunu bildiğimiz ya da anladığımız bazı isimler, zaten AKP’nin
içerisinde ya da çevresinde var. Meselâ Mehmet Ağar’ın ağırlığı bir süredir
vardı. En son oğlu da zaten kazanacak bir yerden aday gösterildi. Süleyman
Soylu, ilk başta AKP’yi eleştirirkenki hali değil de daha sonra AKP’ye
girdikten sonraki halinde “90’lı yıllar”ın dilini kullandığını, Çiller-Ağar
dilini kullandığını, hükümete bunu taşıdığını biliyoruz. En son Suruç’taki
olaydan sonra peş peşe yaptığı açıklamalar da bunu gösteriyor. Muharrem İnce’yi
sorumlu tutmaktan, PKK’ya işaret etmekten; en son da Selâhattin Demirtaş’ın “bir
oyluk canları var” diye TRT konuşması yaptığında “Bizi ölümle tehdit ediyor”
demeye kadarki çizgisi de aslında bize o “90’lı yıllar”ın çizgisini gösteriyor.
Muhalefet, bu durumu
kavrayamadı
Peki, buradan ne çıkar? Buradan hiçbir şey çıkmaz. Buradan
aslında gözleri halâ açılmamış olanlara AKP’nin ve Erdoğan’ın artık o
başlangıçtaki iddialarıyla hiç alâkası olmayan bir şekilde bambaşka bir yere
savrulmuş olduğunu, oraya doğru gitmekte olduğunu ve “Yeni Türkiye” iddiasının
artık hiçbir inandırıcılığı olmadığını, geçmişte “Eski Türkiye” diye anılan
yerlere yönelmiş olduğunu gösteriyor. Bu anlamda Tansu Çiller, gerçekten çok
sembolik oldu, çok anlamlı oldu. Çok da iyi oldu; ama baktığımız zaman, “karşı
taraf” diyelim, yani Erdoğan’a meydan okuma iddiasındaki kesimlerin, bu konuyu
çok fazla anlamış olduklarını, kavramış olduklarını, açıkçası sanmıyorum. HDP
istisna ama HDP, zaten burada şu anda esas aktör olarak gözükmüyor; çünkü esas
aktör olarak “Millet İttifakı” gözüküyor. Millet İttifakı’nın da bir ismi,
Meral Akşener. Bazılarının aklına, Tansu Çiller’in öne çıkartılması, “Meral
Akşener’in önünü kesmek” olarak geliyor. Öyle yorumlayanlar var. Çünkü Meral
Akşener’in siyasetteki ilk ciddi çıkışı, Tansu Çiller Başbakanken İçişleri
Bakanı olmasıydı. E bir yere kadar anlaşılır bir şey; ama bir yerden sonra çok
da fazla bir anlamı yok. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum; aslında
tekrarlamak istiyorum:
Erdoğan, Akşener
yerine Bahçeli’yi tercih ederek hayatî bir hata etti
Erdoğan, başta MHP ile ilgili yaptığı tercihinde, tercihini
Devlet Bahçeli’den yana yaparak, bence son dönemde yaptığı hataların bence en
stratejik olanlarından birini yaptı. Bunu, daha önce de söylemiştim; tekrar
söylüyorum, ileride yine söylerim. Bence çok hayatî bir hataydı. Orada Meral
Akşener’in başını çektiği Bahçeli muhalefetini desteklemiş olsaydı, daha
dinamik bir MHP, daha geleceğe yönelik bir şeyler söyleme iddiasına sahip olan
bir MHP ortaya çıkardı ve Erdoğan, bu süreçte Bahçeli yönetimindeki, şimdiki MHP
ile değil, Meral Akşener yönetimindeki daha dinamik olacağını varsaydığımız MHP
ile ittifak yapardı ve gerçekten önü bayağı bir açık olurdu. Öyle bir durumda
Bahçeli, herhalde, kaybedenler; Bahçeli ve çevresi, ya siyasetin dışında kalır
ya da bu gün İYİ Parti’nin yaptığının bir benzerini yapmaya çalışıp, Millet
İttifakı, yani Kılıçdaroğlu ile beraber hareket etmeye çalışırdı. Tabi bunlar,
çok varsayımsal şeyler; ancak şunu söylemek istiyorum:
SP’nin perspektifi CHP’ye
hakim olmuş olsaydı, işler çok değişik olabilirdi
Şu anda Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakı, bir “Kaybedenler
İttifakı”dır. Öncelikle Erdoğan ve AKP’nin kendisi, daha sonra MHP Genel
Merkezi ve MHP’nin adının geçmesini istemediği ama her vesileyle sivri çıkışlar
yaparak kendine medyada yer bulan Mustafa Destici’nin Büyük Birlik Partisi
gibi, aslında kaybedenlerin bir araya geldiği bir hareket söz konusu. Bu, “Kaybedenler
İttifakı”nın 24 Haziran’da kaybedeceği anlamına gelmiyor; çünkü karşısındaki
yapılanmayı, karşısındaki Millet İttifakı’nı da “Kazananlar İttifakı” olarak
tanımlama ihtimali çok fazla yok. Orada bir itiraz var. Orada, kötü gittiği
belli olan Türkiye’yi daha iyi yapabileceğini söyleyenler var; ama bunu nasıl
yapacakları konusunda açıklamalar yapmak yerine, işi büyük ölçüde Erdoğan’ın
kişiliği üzerinden sürdüren bir polemiğe indirgemek söz konusu. Bu noktada İYİ
Parti’nin istisna olduğu muhakkak; ama İYİ Parti’nin önünün, özellikle medyada iyice
tıkanmış olduğu bir gerçek. Saadet Partisi, tabi ki bambaşka bir şey yapıyor;
ama Saadet Partisi, gerçekten bütün iyi niyetine, çabasına rağmen, kendini
adamış kadrolarına rağmen, etki alanı çok sınırlı bir parti. Şunu
söyleyebilirim: Saadet Partisi’nin perspektifi, bu gün CHP’ye hakim olmuş
olsaydı, işler çok değişik olabilirdi. Böyle bir iddiayı da dile getirmiş
olayım; ama CHP, halâ kendi geçmişinden, geleneklerinden, ayak bağlarından kurtulamamış
bir parti olarak, gerçekten bu fırsatı, Erdoğan’ın bu içine düştüğü çok büyük
krizi, onun yenilgisine dönüştürme fırsatını heba etmek üzere olarak görüyorum.
Demirtaş’ın yaptığı
TRT konuşması, diğer adaylarınkinden daha etkiliydi
Tekrar başa dönecek olursak, Tansu Çiller’den medet ummaya
kadar çaresiz kalmış bir hareket söz konusu; ama bu hareketin bu aczini, bu
hareketin bu tıkanıklığını, krizini, çaresizliğini değerlendiremeyen bir
muhalefet söz konusu. Bu anlamda gerçek istisnanın HDP ve Selâhattin Demirtaş
olduğu kanısındayım. Dün Selâhattin Demirtaş’ın cezaevinden yaptığı konuşmanın,
şu güne kadar birçok muhalif adayın yaptığı mitinglerin ve sairelerin, tabi ki
tamamına denk gelmese bile, bayağı etkili olduğu kanısındayım. Bunu bir iyi
niyet ya da temenni ve saire anlamında söylemiyorum. O koşullar, içinde
bulunduğu koşullar, kendisine yaşatılanlar, kendisine yapılan haksızlıklar ve engellemeler
nedeniyle Selâhattin Demirtaş, kendisine ayrılan o kısa zamanı gerçekten çok
iyi değerlendirmeyi bilmiş. O anlamda başarılı bir konuşma yaptı; ama bunun,
HDP ve Selâhattin Demirtaş için yeterli olmayacağı muhakkak. Buna karşılık Demirtaş
ve HDP’ye kıyasla çok daha geniş imkânları olan diğer muhalefet partilerinin ve
adaylarının, bu imkânları tam anlamıyla verimli bir şekilde kullanabildiği
kanısında değilim. Dolayısıyla, Çiller’e kadar muhtaç olan bir hareketin, bir
iktidarın, 24 Haziran’a çok da endişeli girdiğine emin değilim. Biraz karışık
olduğunun farkındayım. Şöyle toparlayayım:
Cumhur İttifakı, “Kaybedenler
İttifakı”; ama 24 Haziran’da kaybetmeyebilir

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder