18 Haziran 2018 Pazartesi

Ruşen Çakır: Saadet Partisi’nin perspektifi bu gün CHP’ye hakim olmuş olsaydı, işler çok değişik olabilirdi


Medyascope TV’nin Genel Yayın Yönetmeni, Gazeteci Ruşen Çakır, Saadet Partisi dışındaki muhalefet partilerinin, seçim propagandalarını daha çok Erdoğan’ın kişiliği üzerinden sürdüren bir polemiğe indirgediklerini söyledi. Bu konuda Saadet Partisi’nin bambaşka bir üslûp kullandığını belirten Çakır, “Saadet Partisi’nin perspektifi bu gün CHP’ye hakim olmuş olsaydı, işler çok değişik olabilirdi” dedi. Çakır, “CHP, halâ kendi geçmişinden, geleneklerinden, ayak bağlarından kurtulamamış bir parti olarak, gerçekten bu fırsatı, Erdoğan’ın bu içine düştüğü çok büyük krizi, onun yenilgisine dönüştürme fırsatını heba etmek üzere” diye konuştu.

Ruşen Çakır, Türkiye’nin en kötü dönemlerinden birisine imza atmış olan Tansu Çiller’in AK Parti’nin Yenikapı mitingine davet edilmiş olmasının, aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti’nin yenilgisinin sembolik bir fotoğrafı olduğunu; ancak muhalefetin hataları sebebiyle iktidarın halâ kazanma ihtimalinin olduğunu söyledi. Çakır, seçimi Erdoğan’ın kazanması halinde, Çiller’in başkanlık ekibinde yer alabileceğini de ileri sürdü.

İnternet üzerinden yayın yapan Medyascope TV’nin Genel Yayın Yönetmeni, Gazeteci Ruşen Çakır, Medyascope TV’de “Tansu Çiller, Reis’in krizine çözüm olabilir mi?” başlığıyla yayınlanan yorumunda, şu değerlendirmelerde bulundu:

Reis’in ve Reisçiliğin giderek derinleşen krizi

“Geçen Perşembe günü, yani arife günü yaptığım iki yayından birisinin başlığı, “Erdoğan’ın büyük çaresizliği” idi ve ona, özellikle Erdoğan’ı destekleyen çevreler, sadce başlığa bakarak, infial halinde bana tepki gösterdiler ve 24 Haziran gecesi, bu söylediklerimin yanlış çıkacağını vurguladılar. Halbuki ben, o yayında, izleyenler bilir, Erdoğan’ın çaresizliğinin seçimleri kaybettiği anlamına gelmediğini, normalde bu seçimi kazanmasının çok zor hatta imkânsıza yakın bir zorlukta olduğunu; ama kazanan kişiler ortaya çıkamadığı için kaybetmeme ihtimalinin de bayağı (yüksek) olduğunu söylemiştim. Bunda halâ ısrarlıyım. Erdoğan, bir süredir çok ciddi bir kriz yaşıyor. Ben, bunu “Reis’in ve Reisçiliğin krizi” olarak tanımlıyorum. Bu kriz, giderek derinleşiyor. Ertelemeye çalıştıkça daha da derinleşiyor; ama kimse kendisine gerçek anlamda meydan okuyamadığı için halâ iktidarını koruyabiliyor. Muharrem İnce’nin bu sefer bu oyunu, gidişatı bozabileceğine inananlar olduğunu biliyorum. Bu konuda benim böyle düşünmediğimi, onun başından itibaren kampanya stratejisinde Erdoğan’ın arzu ettiği bir alanda, kişiselleştirilmiş bir kampanya yaptığını düşünüyorum. Bunu biliyorsunuz. Birkaç yayın yaptım; ama çok tepki aldım. Ben, Muharrem İnce’nin kampanyası başarılı bir strateji üzerine inşa edilmiş olsaydı, bu seçimi Erdoğan’ın kazanmasının kesinlikle mümkün olmayacağına inananlardanım. Her neyse…

Çiller, Erdoğan’ın büyük çaresizliğinin en sembolik fotoğrafı oldu

Bu krizin, bu çaresizliğin birçok boyutu olduğunu söyledim ve Pazar günü İstanbul Yenikapı’daki mitinge baktığımızda, Tansu Çiller’i gördük ve kendi kendime dedim ki, ‘Keşke ben, bu yayını mitingden sonra yapsaydım ve kapak fotoğrafı olarak da Çiller’i koysaydım.’ Yani Erdoğan’ın büyük çaresizliğini özetleyebilecek bundan daha anlamlı, daha sembolik bir fotoğraf olamaz.

Türkiye’nin en kötü dönemlerinden birisine imza atmış bir isim

Tansu Çiller gibi, Türkiye’nin en kötü dönemlerinden birisine imza atmış ve ondan sonra da tabi ki haklı bir şekilde gözlerden uzak bir hayat sürdürmüş, ne yaptığını kimsenin bilmediği, çok da umursamadığı bir insanın, yıllar sonra, hiçbir şey olmamış gibi o mitinge katılması, orada kürsüye çıkması, medyaya demeçler vermesi ve millî bir şuurla orada olduğunu söylemesi; yani Erdoğan’a yandaş olması… Tansu Çiller’in çaresizliğini, zaten biliyorduk, o çok önemli bir şey değil; ama Erdoğan’ın da çaresizliğini gösteriyor. Yoksa her önüne gelen, o mitinge gidip boy gösteremiyor. Tansu Çiller oradaysa, Erdoğan’ın bilgisi, onayı ve hatta belki de teşvikiyle orada.  Dolayısıyla Tansu Çiller’li bir fotoğraf, Yenikapı mitingi denince akla Tansu Çiller’in gelecek olması, aslında AKP’nin ve Erdoğan’ın şu andaki durumunun hiç de parlak olmadığını, açık seçik, berrak şekilde gösteriyor. (…)

O kötü yılların birinci derecede sorumlusu

Onun (Çiller’in) kötü dönemlerini, genç kuşak bilmiyor; ama şunu da çok iyi biliyoruz ki “90’lı yıllar” diye gönderme yapılan o kötü yılların esas birinci derecede sorumlusu, Tansu Çiller’dir. Tansu Çiller’in Türkiye’ye bu saatten sonra verebilecek hiçbir şeyi yok. Bu konuda neredeyse yakın zamana kadar bir mutabakat vardı ve bu konuda özellikle dün Refah Partisi, Fazilet Partisi ve hatta AK Parti de bu konuda mutabakat içerisindeydiler; ancak şimdi Tansu Çiller, çıktı ve Erdoğan’a destek verdi, “Millî bir şuur”la…

Çiller çizgisinin bir yansıması olarak Süleyman Soylu

Bunun devamı gelir mi? Tansu Çiller, eğer kendisi de istiyorsa, ki istediği anlaşılıyor, önümüzdeki dönemde seçimi tekrar kazanması durumunda Erdoğan’ın ekibinde bile yer alabilir; ama şunu unutmamak lâzım: Tansu Çiller’in burada olması, çok da şaşırtıcı bir şey değil; çünkü onunla aynı paralelde olduğunu bildiğimiz ya da anladığımız bazı isimler, zaten AKP’nin içerisinde ya da çevresinde var. Meselâ Mehmet Ağar’ın ağırlığı bir süredir vardı. En son oğlu da zaten kazanacak bir yerden aday gösterildi. Süleyman Soylu, ilk başta AKP’yi eleştirirkenki hali değil de daha sonra AKP’ye girdikten sonraki halinde “90’lı yıllar”ın dilini kullandığını, Çiller-Ağar dilini kullandığını, hükümete bunu taşıdığını biliyoruz. En son Suruç’taki olaydan sonra peş peşe yaptığı açıklamalar da bunu gösteriyor. Muharrem İnce’yi sorumlu tutmaktan, PKK’ya işaret etmekten; en son da Selâhattin Demirtaş’ın “bir oyluk canları var” diye TRT konuşması yaptığında “Bizi ölümle tehdit ediyor” demeye kadarki çizgisi de aslında bize o “90’lı yıllar”ın çizgisini gösteriyor.

Muhalefet, bu durumu kavrayamadı

Peki, buradan ne çıkar? Buradan hiçbir şey çıkmaz. Buradan aslında gözleri halâ açılmamış olanlara AKP’nin ve Erdoğan’ın artık o başlangıçtaki iddialarıyla hiç alâkası olmayan bir şekilde bambaşka bir yere savrulmuş olduğunu, oraya doğru gitmekte olduğunu ve “Yeni Türkiye” iddiasının artık hiçbir inandırıcılığı olmadığını, geçmişte “Eski Türkiye” diye anılan yerlere yönelmiş olduğunu gösteriyor. Bu anlamda Tansu Çiller, gerçekten çok sembolik oldu, çok anlamlı oldu. Çok da iyi oldu; ama baktığımız zaman, “karşı taraf” diyelim, yani Erdoğan’a meydan okuma iddiasındaki kesimlerin, bu konuyu çok fazla anlamış olduklarını, kavramış olduklarını, açıkçası sanmıyorum. HDP istisna ama HDP, zaten burada şu anda esas aktör olarak gözükmüyor; çünkü esas aktör olarak “Millet İttifakı” gözüküyor. Millet İttifakı’nın da bir ismi, Meral Akşener. Bazılarının aklına, Tansu Çiller’in öne çıkartılması, “Meral Akşener’in önünü kesmek” olarak geliyor. Öyle yorumlayanlar var. Çünkü Meral Akşener’in siyasetteki ilk ciddi çıkışı, Tansu Çiller Başbakanken İçişleri Bakanı olmasıydı. E bir yere kadar anlaşılır bir şey; ama bir yerden sonra çok da fazla bir anlamı yok. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum; aslında tekrarlamak istiyorum:

Erdoğan, Akşener yerine Bahçeli’yi tercih ederek hayatî bir hata etti

Erdoğan, başta MHP ile ilgili yaptığı tercihinde, tercihini Devlet Bahçeli’den yana yaparak, bence son dönemde yaptığı hataların bence en stratejik olanlarından birini yaptı. Bunu, daha önce de söylemiştim; tekrar söylüyorum, ileride yine söylerim. Bence çok hayatî bir hataydı. Orada Meral Akşener’in başını çektiği Bahçeli muhalefetini desteklemiş olsaydı, daha dinamik bir MHP, daha geleceğe yönelik bir şeyler söyleme iddiasına sahip olan bir MHP ortaya çıkardı ve Erdoğan, bu süreçte Bahçeli yönetimindeki, şimdiki MHP ile değil, Meral Akşener yönetimindeki daha dinamik olacağını varsaydığımız MHP ile ittifak yapardı ve gerçekten önü bayağı bir açık olurdu. Öyle bir durumda Bahçeli, herhalde, kaybedenler; Bahçeli ve çevresi, ya siyasetin dışında kalır ya da bu gün İYİ Parti’nin yaptığının bir benzerini yapmaya çalışıp, Millet İttifakı, yani Kılıçdaroğlu ile beraber hareket etmeye çalışırdı. Tabi bunlar, çok varsayımsal şeyler; ancak şunu söylemek istiyorum:

SP’nin perspektifi CHP’ye hakim olmuş olsaydı, işler çok değişik olabilirdi

Şu anda Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakı, bir “Kaybedenler İttifakı”dır. Öncelikle Erdoğan ve AKP’nin kendisi, daha sonra MHP Genel Merkezi ve MHP’nin adının geçmesini istemediği ama her vesileyle sivri çıkışlar yaparak kendine medyada yer bulan Mustafa Destici’nin Büyük Birlik Partisi gibi, aslında kaybedenlerin bir araya geldiği bir hareket söz konusu. Bu, “Kaybedenler İttifakı”nın 24 Haziran’da kaybedeceği anlamına gelmiyor; çünkü karşısındaki yapılanmayı, karşısındaki Millet İttifakı’nı da “Kazananlar İttifakı” olarak tanımlama ihtimali çok fazla yok. Orada bir itiraz var. Orada, kötü gittiği belli olan Türkiye’yi daha iyi yapabileceğini söyleyenler var; ama bunu nasıl yapacakları konusunda açıklamalar yapmak yerine, işi büyük ölçüde Erdoğan’ın kişiliği üzerinden sürdüren bir polemiğe indirgemek söz konusu. Bu noktada İYİ Parti’nin istisna olduğu muhakkak; ama İYİ Parti’nin önünün, özellikle medyada iyice tıkanmış olduğu bir gerçek. Saadet Partisi, tabi ki bambaşka bir şey yapıyor; ama Saadet Partisi, gerçekten bütün iyi niyetine, çabasına rağmen, kendini adamış kadrolarına rağmen, etki alanı çok sınırlı bir parti. Şunu söyleyebilirim: Saadet Partisi’nin perspektifi, bu gün CHP’ye hakim olmuş olsaydı, işler çok değişik olabilirdi. Böyle bir iddiayı da dile getirmiş olayım; ama CHP, halâ kendi geçmişinden, geleneklerinden, ayak bağlarından kurtulamamış bir parti olarak, gerçekten bu fırsatı, Erdoğan’ın bu içine düştüğü çok büyük krizi, onun yenilgisine dönüştürme fırsatını heba etmek üzere olarak görüyorum.

Demirtaş’ın yaptığı TRT konuşması, diğer adaylarınkinden daha etkiliydi

Tekrar başa dönecek olursak, Tansu Çiller’den medet ummaya kadar çaresiz kalmış bir hareket söz konusu; ama bu hareketin bu aczini, bu hareketin bu tıkanıklığını, krizini, çaresizliğini değerlendiremeyen bir muhalefet söz konusu. Bu anlamda gerçek istisnanın HDP ve Selâhattin Demirtaş olduğu kanısındayım. Dün Selâhattin Demirtaş’ın cezaevinden yaptığı konuşmanın, şu güne kadar birçok muhalif adayın yaptığı mitinglerin ve sairelerin, tabi ki tamamına denk gelmese bile, bayağı etkili olduğu kanısındayım. Bunu bir iyi niyet ya da temenni ve saire anlamında söylemiyorum. O koşullar, içinde bulunduğu koşullar, kendisine yaşatılanlar, kendisine yapılan haksızlıklar ve engellemeler nedeniyle Selâhattin Demirtaş, kendisine ayrılan o kısa zamanı gerçekten çok iyi değerlendirmeyi bilmiş. O anlamda başarılı bir konuşma yaptı; ama bunun, HDP ve Selâhattin Demirtaş için yeterli olmayacağı muhakkak. Buna karşılık Demirtaş ve HDP’ye kıyasla çok daha geniş imkânları olan diğer muhalefet partilerinin ve adaylarının, bu imkânları tam anlamıyla verimli bir şekilde kullanabildiği kanısında değilim. Dolayısıyla, Çiller’e kadar muhtaç olan bir hareketin, bir iktidarın, 24 Haziran’a çok da endişeli girdiğine emin değilim. Biraz karışık olduğunun farkındayım. Şöyle toparlayayım:

Cumhur İttifakı, “Kaybedenler İttifakı”; ama 24 Haziran’da kaybetmeyebilir

Normalde o Çiller’li fotoğraf, bize Tayyip Erdoğan’ın bu seçimi kaybettiğinin kanıtı olarak çıkardı; ama 24 Haziran’da Tayyip Erdoğan’ın kesinlikle kaybettiğini söylememiz, şu anda mümkün değil. Bu, Tayyip Erdoğan’ın becerisinin de ötesinde, karşısındaki kişilerin yetersizliğinden kaynaklanıyor diye düşünüyorum.”

Hiç yorum yok: