Halife Abdülmecid döneminde bir Huzur Dersi / Ressam: Hüseyin Avni Lifij |
“Osmanlı Döneminde Ramazan”ın bu bölümünde, “Huzur
Dersleri”nden bahsedeceğiz.
Prof. Dr. Mehmet İpşirli’nin verdiği bilgiye göre Osmanlı
padişahları, Ramazan ayında din bilginlerini saraya davet eder ve tefsir
dersleri yaparlardı. Padişahın huzurunda yapılan bu derslere, “Huzur Dersleri”
denirdi. Osmanlılar’da Huzur Dersleri, 1759 yılından 1924 yılında hilâfetin
kaldırılmasına kadar devam etmiştir.
Kuruluş yıllarından itibaren Osmanlı padişahları gerek ilmî
ortamı canlandırmak, kültürel gelişmeyi sağlamak, gerekse iktidarlarını çeşitli
kesimler nezdinde desteklemek ve hânedanın meşruiyetini ortaya koymak gibi
düşüncelerle huzurlarında ilmî toplantılar yapmak üzere etraflarına ulemâyı
toplama, hatta özel hoca edinme konusuna önem vermişlerdir.
Fâtih Sultan Mehmed döneminden itibaren bizzat padişahın da
katıldığı ilmî sohbetler ve tartışmalar, büyük bir yoğunluk kazanmıştır. Ancak
bunun düzenli bir şekilde tertip edilmesi 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra
gerçekleşmiştir.
Daha önce 17. yüzyılın sonlarında da zaman zaman bu tür
dersler yapılmıştır; ama bu dersler sistemli ve geleneksel değil, münferid
uygulamalardır.
Huzur derslerine örnek olabilecek ilk sistemli uygulamanın 3.
Ahmed zamanında Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa tarafından 1724’te yapıldığı
bilinmektedir. İbrâhim Paşa, devrinin tanınmış âlimlerini bazı ramazanlarda
kendi sarayında toplayarak onlara Kur’an’dan bazı âyetlerin tartışmalı
tefsirini yaptırmış, Nisan 1728 Ramazanında bu derslerden birine 3. Ahmed de katılarak
başından sonuna kadar takip etmiştir. 3. Mustafa’nın, babası 3. Ahmed’in
yanında genç bir şehzade olarak bu derslere katılması ve bundan etkilenerek
huzur derslerini ihdas etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Daha sonraki
padişahlar da bu geleneği sürdürmüşlerdir. Nitekim Haziran 1755 Ramazanında 3.
Osman’ın, Şerefâbâd’da kütüphane hocası Hamîdî Efendi’yi huzuruna davet ederek
tefsir dersi yaptırdığı ve dersin sonunda ona ihsanlarda bulunduğu
görülmektedir.
Meselâ, Sultan Mustafa’nın huzurunda, Kādî Beyzâvî’nin
tefsirinden, “Ey iman edenler! Kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhine
de olsa Allah için şahitler olarak adaleti gözetin” meâlindeki âyet müzakere
edilmiştir. Bu ders, başlangıcından itibaren tartışmalı geçmiş ve Sultan
Mustafa tarafından ders sonunda her âlime yüz altın ihsanda bulunulmuştur.
1759 yılı Ramazan ayında 15-26 Mayıs tarihleri arasında cuma
dışında her gün padişahın huzurunda yapılan bu dersler, Sepetçiler Kasrı, Sarık
Odası, Ağa Bahçesi, Sofa ve Divanhâne gibi Topkapı Sarayı’nın çeşitli
mekânlarında gerçekleştirilmiş, toplantılara müzakereci olarak beş altı kadar
âlim katılmıştır. Dersler öğle ile ikindi arasında icra edilir, ikindi
namazından sonra padişah Harem’e çekilirdi.
Huzur derslerinde dersi takrir eden âlime “mukarrir”,
müzakereci durumunda olan âlimlere önceleri “tâlip”, daha sonra “muhatap”
denilmiştir. Bir mukarrir ve beş muhatapla başlayan bu derslerde muhatapların
sayısı zaman içinde artmış, eksilmiş, ders adediyle günleri, saatleri ve dersin
süresi değişikliğe uğramıştır. Nitekim Şubat 1767 huzur dersleri için
belirlenen âlim sayısı 126 olup bunlar on dokuz meclise taksim edilmiş ve her
biri bir güne ayrılmıştır. İçlerinden en kıdemli ve liyakatli bulunanlar
mukarrir olmuştur.
1. Abdülhamid döneminde Kasım 1775 Ramazanında huzur
dersleri için şeyhülislâmın görüşü alınarak mukarrir ve muhatap olarak 70 âlim
belirlenmiş, böylece sayı azaltılmıştır. Bu uygulamadan, huzur dersleri
hocalarının şeyhülislâm tarafından seçildiği anlaşılmaktadır. Gerek mukarrir
gerekse muhatapların seçiminde liyakate ve ilmî mertebeye dikkat edilmesi,
gönderilen emir ve tezkirelerde önemle belirtilmiştir. 1786 yılından itibaren
ramazanda sekiz ders ile yetinildiği ve dokuzuncusunda mukarrirler meclisi
toplanmasının bazı istisnalarla âdet haline geldiği görülmektedir
Tam bir ilmî serbestiyet içinde yapılan derslerde bir âyet
okunarak mukarrir tarafından onun tefsiri yapılır, muhatapların sorularına ve
itirazlarına mukarrir cevap verir, böylece ilmî bir sohbet cereyan ederdi.
Derslerde ilminin derecesini göstermek isteyen bazı
muhatapların münazaralarda terbiye ve edep dışına çıktıkları da görülmüştür.
Meselâ Mart-Nisan 1763 Ramazanında muhataplardan “Tatar Hoca” diye anılan Tatar
Ali Efendi, mukarrir Abdülmü’min Efendi ile ilmî tartışma sınırlarını aşarak
mukarrire terbiye dışı ağır sözler sarf edince Bozcaada’ya sürgün edilmiştir.
Ocak-Şubat 1801 Ramazanındaki bir huzur dersi, mukarrir ve
muhataplar arasındaki münazarada kendilerini ispatlamak isteyen muhatapların
mukarrire lüzumsuz itirazları ile ilmî zeminden çıkarak terbiye dışı sözlerin
sarf edilmesine sahne olmuş, bu durumdan müteessir olan 3. Selim, dersi yarıda
kestirmiştir. Sultan Selim, cereyan eden tartışmadan üç muhatabın haksız
olduklarını anlayarak her üçünün de muhataplıktan çıkarılmasını şeyhülislâma
bildirmiştir.
Meclislerin toplantı yerini padişah belirlerdi. Burada
mukarrir padişahın sağında, muhataplar ise mukarririn yanında yarım daire
şeklinde önlerinde rahlelerle minderlere otururlardı. Erkek ve kadınlardan huzurda
ders dinlemek üzere kalacakların isimlerinin padişahın tasvibinden geçmesi
gerekirdi.
Sultan Abdülaziz döneminde Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede
Salonu’nda yapılan huzur dersleri, 2. Abdülhamid zamanında Yıldız Sarayı’nın
Çit Kasrı’nda icra edilmiştir. Padişah, burada yüksekçe bir mindere oturur,
karşısında önlerinde rahlelerle mukarrir ve muhataplar yerlerini alırlardı.
Ramazan ayı boyunca haftada iki gün devam eden ve iki saat süren bu derslerde
mâbeyn dairesinin büyükleriyle davet üzerine bazı vükelâ ve devlet adamları da
bulunabilirdi. Her dersin mukarrir ve muhatapları farklı olurdu. Ders sonunda
kendilerine eskiden olduğu gibi atıyyeler, cübbe ve şal hediye edilirdi.
Huzur dersleri, Sultan Mehmed Reşad zamanında Dolmabahçe
Sarayı’nın Zülvecheyn sofasında ramazan ayının ilk on gününde sekiz oturum
halinde yapılırdı. Derslere şehzadeler ve devlet vükelâsı da davet edilirdi.
Hünkâr, deniz tarafında kanepenin üzerine yerleştirilmiş mindere otururdu. Sağ
tarafında hânedan mensupları, sol tarafında da mâbeyn erkân ve memurlarıyla
bendegân bulunurdu. Harem kadınları ise dersleri bir paravanın arkasından takip
ederdi. Bu derslerde mukarrir siyah, muhataplar mavi cübbe giyerlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder