Saadet Partisi Antalya İl Başkanı Yardımcısı Avukat Ali Aktaş, Türkiye’nin Libya politikası konusunda, “Bu mevcut politika, Dışişleri Bakanlığı koridorlarından çıkmış değil. Deniz Kuvvetleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri ölçeği üzerinden bir politika üretilmiş gibi duruyor” dedi.
Aktaş,
bu politikayı özetlerken de, “Tek manevra alanınız olan Doğu Akdeniz’de, iki
grubun çatıştığı Libya’da, BM tarafından meşru kabul edilen tarafla anlaşma
yapmışsanız, onu korumanız gerekir; yoksa güvenilirliğiniz kalmaz” diye konuştu.
TV5’de yayınlanan “Düşünme Vakti” programında, Libya
Tezkeresi, Saadet Partisi’nin tezkere konusundaki tavrı ve Libya meselesi ele
alındı.
Saadet Partisi Antalya İl Başkanı Yardımcısı Avukat Ali
Aktaş, bir soru üzerine, “Saadet’in tezkere konusundaki tavrını son anda
değiştirdiği” şeklinde algılanan tutumunu değerlendirdi. Partinin yetkili
kurullarında görevli olmadığını ancak bilgi almaya çalıştığını ifade eden
Aktaş, şu değerlendirmede bulundu:
“Saadet’in tavrı, ‘Bu
iş kötüye giderse, vebaline ortak olmayalım’ tavrı”
“Saadet Partisi’nin sabahki açıklamasında, sürecin doğru
yönetilmesi halinde askerimizin (Libya’daki) varlığının doğru bir tutum
olabileceği ve iç çatışmayı da engelleyebileceği, hatta toprak bütünlüğünü
sağlamak bakımından da önemli bir aktör olabileceği ifade ediliyordu.
Birinci Cihan Harbi’nde Osmanlı döneminden kalan ‘Bunlar
işgalcidir. Bunlar emperyalisttir. Bunlar bizi sömürüyor’ biçimindeki klasik
birtakım reflekslerin uyandırılmaması bakımından da savaşa, askerimizin varlığı
halinde doğrudan doğruya müdahale edilmemesi, fiili çatışma içinde olunmaması
ama eğitim ve koordinasyon faaliyetleri içinde askerimizin var olabileceği,
orada, Saadet Partisi’nin sabahki açıklamasında vardı.
Öğleden sonra arkadaşların muhtemelen şöyle düşündüklerini
düşünüyorum: ‘Biz, hükümete karşı bu tezkere meselesinde ifademizi söyleyelim
ama bu iş kötüye giderse, bu işin vebaline ortak olmayalım’ gibi bir tavır
sergilendiğini düşünüyorum.
Tabii bu bir grup kararı değil aynı zamanda. Yani Saadet
Partisi, Mecliste grubu olan bir siyasî parti değil. Dolayısıyla bir
milletvekilimiz katılmadı oylamaya; bir tanesi de orada tezkereye ‘Hayır’ oyu
vereceğini ifade etti.”
“İki açıklama
arasında kopukluk var”
Ali Aktaş, “Bir tutum alınmıştı, bu tutum değişti mi?”
sorusuna, “Onu algılayamadım. O konuda bir şey söylersem net anlaşılır; çünkü
sabahki bildiriyle o net ‘Hayır’ tavrı arasında ciddi bir kopukluk var gibi
sanki” diye cevap verdi.
Ali Aktaş, sözlerine şöyle devam etti:
“Osmanlı
İmparatorluğu’nun tasfiyesi hâlâ devam ediyor”
“Şöyle düşünülüyor olabilir: Türkiye, maalesef Suriye
meselesinde olsun, Arap Baharı sonrasındaki… Hatta Mısır’da İhvan’ın Tunus’da
Raşid Gannuşi’nin yaptığı gibi, toplumun diğer unsurlarıyla irtibat kurmaması,
konuşmaması veya konuşmasının tembihlenmemesi üzerinden bile hesap edecek
olursak Türkiye, dış politikasında Arap Baharı sonrasında ciddi hatalar yaptı.
‘Bu hatalara yeni bir hata eklemeyelim’ diye düşünmüş olabilir, arkadaşlarımız.
Ben, içerideki bu meselenin nasıl öğleden sonra böyle bir karara evrildiğini
bilmiyorum. O yüzden parti adına bir şey söyleme imkânım yok; ama sabahki basın
açıklamasının önemli ipuçları barındırdığını düşünüyorum. Libya, Türkiye’nin
komşusudur. Benim görüşüm bu. Suriye kara komşusu, Libya Türkiye’nin deniz
komşusudur. İmparatorluklar, kolay kolay tasfiye olmuyorlar.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İkinci Cihan Harbi’nin sonunda tasfiye
olabildi. Birincisinde neticelenmeyince Hitler devreye girdi, varis olarak; 25
milyondan fazla insanın kanı aktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi de
maalesef hâlâ devam ediyor ve biz Müslüman ülkeler, gerçek anlamda bir
demokrasi, kendi içinde oturmuş kâmil bir devlet düzeni kuramadığımız için, iç
çatışmalarımız dolayısıyla ortaya bu tablolar çıkıyor. 2011 yılında
Tunus’da Muhammed Buazizi’nin kendini
yakmasıyla beraber başlayan Arap Baharı, hükümetin de Suriye üzerinde yanlış
tutum almasıyla beraber, neredeyse bize kadar sıçradı. Yani bugün (Türkiye’de)
5 milyon civarında Suriyeli var. Ciddi bir güvenlik kaygısı Türkiye yaşıyor. 40
milyar dolarlık bir harcamamız var. Dolayısıyla Türkiye dış politikasında ciddi
hatalar yaparak, ‘Bu hataların üzerine yeni bir hata il3ave edilecek mi?’ diye
korku ve endişe var. Murat Ağabeyin (Aksoy) söylediği önemli bir şey vardı; çok
doğru bir şey. Hükümet, bugün yüzde yüz doğru bir dış politik hamle bile
yapıyor olsa, maalesef bunu muhalefete anlatamıyor; çünkü muhalefeti her gün
tahkir eden (aşağılayan), eleştiren bir dil ve üslûpla, üstenci bir bakışla bu
en millî meselelerin bile anlatılması mümkün değil.
“Libya politikası,
Dışişlerinin değil TSK’nın politikası”
Muhtemelen şöyledir: Eğer muhalefet partileri, son anda
bilgilendirilme babından bir yöntemle değil de, görüşüme göre bu Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı üzerinden başlayarak (Suat Toktaş: Cihat Yaycı diye bir
komutanın süreçten dışlandığını biliyor musunuz, bilmiyorum) Biliyorum. Son
dönemdeydi o. Ama Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda başlayarak Türk Silahlı
Kuvvetleri içinde olgunlaştırılmış, Libya ile yapılmış bir hamlenin olduğunu
düşünüyorum ben. Sonra bu hükümet politikası haline getirilmiş.
(Suat Toktaş’ın ‘Bir daha söyler misiniz?’ ricası üzerine)
Cümleyi şöyle kurayım:
Bu mevcut politika, Dışişleri Bakanlığı koridorlarından
çıkmış değil. Deniz Kuvvetleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri ölçeği üzerinden bir
politika üretilmiş gibi duruyor. Çünkü biz, son 15-16 yılda insansız birtakım
adaların dahi 5 bin civarında Yunan askeri tarafından işgal edildiğini,
neredeyse Ege’de ciddi anlamda bir çatışmanın eşiğine geldiğimizi, görüyorum
ben. Yani Ege’de bundan sonra 1975’den beri Yunanistan bizi ‘Gel bu işi mahkeme
yoluyla çözelim’ diyor, biz onu kabul etmiyoruz; çünkü diyoruz ki ‘Siz, bu kıta
sahanlığı meselesinde eğer adaları kıta sahanlığı ölçeği üzerinden hesap edecek
olursak, sizin adalarınız, bizim kara sınırımıza giriyor. Meis Adası,
Antalya’ya 2 kilometre. Yılmaz Güney, yüzerek kaçtı.
“Libya ile
anlaşmışsanız, onu korumanız gerekir”
Dolayısıyla burada kıta sahanlığı meselesi, Ege’de
yürümüyor. Biz, Ege’de tıkanmış durumdayız. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’i
kaybetmeyelim’ diye, bizim donanmamızın hareket edebileceği tek yer, Doğu
Akdeniz olarak kalmış durumda. Hükümet ne yaptı bunun üzerine? Benim kanaatim
bu; Libya’daki meşru kabul edilen, Birleşmiş Milletler’in (BM) de meşru kabul
ettiği bir hükümetle bir anlaşma imzaladı. Siz, iki grup arasında çatışma
yaşanan bir ülkede, taraflardan bir tanesiyle, BM’nin meşru kabul ettiği
hükümet temsilcisiyle bir anlaşma imzalamış ve bu anlaşma Türkiye’nin
uluslararası çıkarlarına da uygunsa, beklenti şudur: ya siz fiilen asker
göndererek veya asker gönderme imkânını elinizde tutarak o hükümeti desteklemek
durumundasınız. Yoksa güvenilirliğiniz kalmaz.
“Katar’ın işgalini
Türkiye önledi”
Bir örnek vereyim: Suudî Arabistan, Katar’ı işgal edecekti,
değil mi? Katar’ı işgalden Türkiye kurtardı. Oraya küçük bir asker grubu
gönderildi. Küçük bir üs kuruldu. Bu, sadece bizim yaptığımız değil. Bugün
Rusya bunu yapıyor, ABD bunu yapıyor, Avrupa ülkeleri bunu yapıyor.
“Hafter kazanırsa,
Rusya Libya’da da bir üsse sahip olacak”
Ortada şöyle bir tablo var: Suriye’deki mesele, 1950’lerden
beri ortak savunma anlaşması olan Rusya’nın, Suriye’de sıcak denizlere tarihte
hiç olmadığı kadar inmesine yol açtı. Eğer Libya’da General Hafter başarırsa,
Bingazi civarlarında ikinci kez bir üsse sahip olacak Rusya. Dolayısıyla bizim,
kendi millî çıkarlarımız bakımından Suriye’nin (Libya’nın) kamu güvenliğinin
sağlanması çok önemli.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder