Gazeteci Kemal Öztürk, Amerika’nın, İsrail’in bayraklarını yakıp sloganlar atmaktan öte yeni bir siyasete ihtiyaç olduğunu, bu konuda aydınların yol gösterecek yeni fikirler üretmeleri gerektiğini söyledi. Yusuf Kaplan, “Ben, programdan çıkıyorum. Bu yapılan şey, çok terbiyesizce bir şey. Bunu kabul etmiyorum. Protesto ediyorum sizi” diyerek tepki gösterdi.
“Rabia Meydanında acı
bir şekilde anladım…”
Haber Türk Televizyonunda yayınlanan ve Mehmet Akif Ersoy’un
sunduğu “Nedir Ne Değildir?” programında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Kasım
tarihli ABD ziyareti ve Türkiye-Amerika ilişkileri ele alındı.
Programın konuşmacılarından Gazeteci Kemal Öztürk, konuyu
Amerika’daki güncel olaylardan ziyade Yusuf Kaplan’ın açtığı perspektif
hakkında konuşmak istediğini söyledi.
“ ‘Reel politik ve
ideal politik’ ile ‘retorik ve pratik’ arasında açmazdayız”
“Ne zaman Türkiye-Amerikan ilişkileri ya da Türkiye-Rusya
ilişkileri ya da Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili şeyler konuşsak, 2 tane
kutup arasında çok gerilimli bir şekilde gidip geldiğimizi ve çıkamadığımızı
görüyorum; o da, reel politikle ideal politik diye tanımlayacağımız şeyin
arasında sıkışıyoruz. Öbürü de, retorikle pratik arasında bir türlü
çıkamayacağımız bir açmaza giriyoruz.
“Çok ABD, İsrail bayrakları
yakıp slogan attık ama…”
Ben, bunu şöyle değerlendiriyorum: Yusuf Ağabey çok iyi
hatırlar, Beyazıt Meydanında çok Amerikan bayrağı yaktık, çok slogan attık
Amerika’ya karşı. İsrail bayrağı da yaktık, İngiltere de yaktık. Yıllar sonra
Amerika’ya gittiğimde bir Amerikalıya bunu anlattım ben. ‘Çok bayrağınızı
yaktım.’ O da gülüyor yani, ‘Ha ha ha’ falan diye… Ama dedim, sonra vazgeçtim
bayrağınızı yakmaktan. ‘Niye?’ dedi. Çünkü bunun bir işe yaramadığını gördüm.
Onun yerine şöyle bir şey yapmaya karar verdim: Türkiye’nin haber ajansını,
Amerikan haber ajansının seviyesine kadar çıkartıp, öyle mücadele etmeyi ve
Orta Doğu’da bu ajansların hakimiyetini sona erdirmeyi kendime daha büyük bir
ideal olarak seçtim. Bana şöyle dedi o Amerikalı: ‘İşte o zaman bizim
bayrağımızı gerçekten yakmış olursun.’
“Gücümüzün
yetmediğini Rabia Meydanında gördüm”
Benim idealim de ‘Kahrolsun Amerika’ diyen bir gelenekten
geliyor. Ben de hep bu sloganı atan birisiyim; ama ben, Arap Baharı olduğunda
sahada gazetecilik yaparken, Rabia Meydanında gücümüzün yetmediğini çok acı bir
şekilde gördüm. Yani ‘Bölge Devleti’ olmak, ‘Büyük Devlet’ olmak ve Orta Doğu’ya
şekil vermek gibi çok büyük hayallerimiz ve ideallerimiz var ki hâlâ inanıyorum.
Yani İslâm Birliği’ne hâlâ inanıyorum, hâlâ onun gerçekleşmesine inanıyorum;
ama gücümüzün olmadığını acı bir şekilde de gördüm. Yani retorikle pratik
arasındaki yırtılmayı, o meydanda çok derinden hissettim. Mursi’yi
destekliyorum. Mursi’ye büyük bir haksızlık yapıldığını ve demokrasiyi,
özgürlüğü, insan haklarını katlettiğini o meydanda gözlerimle gördüm ve hiçbir
şey yapamamanın, gücümüzün yetmediğini de çok canım yanarak o meydanda yine
şahit oldum.
“Kendini aslan gibi
gören kedi…”
Şöyle bir benzetme yapıyorum; birçok insan buna çok kızacak
ama gerçek şöyle bir şey, bana göre: Kedi ile aslan, aynı familyadan geliyor.
İkisinde de aynı beyin var. O yüzden kedi, evde evin hakimi görür kendini.
Aslan da ormanda oranın hakimi görür. Ve bir aslan gibi davranır kedi; ama
gerçekte bedeni bir kedidir. Beyni aslandır ama bedeni bir kedidir.
Kişisel olarak kendim için söyleyeyim: Bir aslan gibi
düşünüyorum, gücüm yetmiyor bazı şeylere. O nedenle, retorikle yani söylemle
pratik arasındaki yırtılmanın, çakışmanın ve acı veren duygunun kendisini
yaşamış birisi olarak görüyorum; bu sloganları atmamalıyız, bu beylik lafları
etmemeliyiz. Fikrimiz öyle olabilir, zikrimiz de öyle olabilir, niyetimiz de
öyle olabilir; ama bu lafları yediriyorlar size sonra. Bu büyük sözler, bu
Amerika’ya ‘kahrolsun’ demeler, bu ‘Avrupa’yı takmıyoruz’ demeler… Yani birine
yönelik söylemiyorum ama genel olarak bir şey söylüyorum: …”
“Kemal, ayıp
ediyorsun!”
Kemal Öztürk’ün sözlerinin burasında Yusuf Kaplan araya
girerek, “Burada, Kemal, ayıp ediyorsun. Şık olmadı; çünkü yani, çok özür
dilerim…” diye söze başladı. Kemal Öztürk ise, “Bitireyim sözümü de Yusuf Bey,
bitireyim ağabey” dedi. Kaplan, “Peki” dedi ancak Öztürk tam konuşmaya
başladığında “Ben slogan atacak adam mıyım yaa?” diye tepki gösterdi.
Öztürk, karşılık vermeden konuşmasına şöyle devam etti:
“Bir yerde bir
yanlışlık yapıyoruz”
“Şimdi bu ideali paylaşan birisiyim, savunuyorum; ama bir
yerde bir yanlışlık yapıyoruz yani. Bir yerde bir yanlışlık yapıyoruz ve olay
bir türlü rayına girmeden parçalanıyor, debeleniyor, bir şeyler, bir sürü şey
oluyor. Ha, şöyle olabilir tabi yani; …”
Öztürk, sunucu Ersoy’un “Ne zaman bu düşünceye ulaştınız?”
sorusuyla araya girmesi üzerine, “Tam olarak Arap Baharı’nın tersine döndüğü
zamanda. Evet” dedi ve sözlerine şöyle devam etti:
“Arabistan 10 milyar
dolar verdi, Sisi darbe yaptı ve Mursi öldü”
“Ben, Arap Baharı’ndaki Türkiye’nin yapmış olduğu yürekli
savunmayı destekleyen birisiyim. Halkların özgürlüğünü savunuyoruz, demokrasiyi
savunuyoruz, sandığı savunuyoruz, Mursi’yi savunuyoruz; ama bir şey oluyor yani…
Sonunda geldi olay 10 milyar dolara dayandı. Suudi Arabistan, o parayı Sisi’ye
verdi, Sisi de darbe yaptı ve Mursi öldü. 10 milyarımız yoktu bizim...
Yapamadık... Bu nedenle diyorum ki, reel politikle ideal politik arasındaki
dengeyi kurmak zorundayız. Retorikle pratik arasındaki dengeyi oluşturmak
zorundayız.
“Aydınlarımız bize
yol gösterecek fikirler üretmeliler”
Belki siyasetçiler bunu yapmayabilir. Yani onlar siyasetçi;
bir gün hamaset yapar, öbür gün reel politik konuşur; ama aydınlarımızın,
entelektüellerimizin bize yol gösterecek bir dengeli fikir üretmesi gerekiyor.
Olmuyor yani. Bu gerçek hayatta karşılığını bulamıyoruz yani. Adam bir tweetle ekonomimizi perişan etti.
Bu bir gerçek; ama biz, Amerika’nın katil olduğuna inanıyoruz. İşgalci
olduğuna inanıyoruz. İlişkilerimizi bu şekilde kurmaya inanıyoruz; ama ortada
başka bir gerçek var. O yüzden bizim, yeni bir söylem, yeni bir şey üretmemiz
lâzım.
“ ‘Trump Başkan,
Putin Reis’ kompleksi…”
Ne Amerika karşısında ezik duralım, ne Amerika karşısında
ezilelim, komplekslere girelim; Amerika’dan bir şey aldık diye göbek atalım. ‘Aaa
bak Trump, Cumhurbaşkanımızın elini omzuna attı. Ne kadar samimiler’ diye ‘Trump
Başkan’ diye slogan atalım, ne Putin bize birazcık övgü yağdırdı diye ‘Putin
Reis’ diyelim. Ayağımızı yere basalım artık ve yeni bir dil üretelim. Kendine
güvenli, ülkesini önemseyen, kendi çıkarlarını düşünen yeni bir dile ihtiyaç
var. Ne hamasetle ne de eziklikle…
“Bizim, yeni bir
bakış açısına ihtiyacımız var”
Bir denge kurmak zorundayız. Bunu da bana göre aydınların,
entelektüellerin üretmesi gerekiyor. Siyasetçilere bir şey söylemesi gerekiyor.
‘Bak arkadaş, artık dış politika diskurunuzu şöyle kurun.’ İletişimcilerin bir
dil önermesi gerekiyor. Bir önermede bulunmamız gerekiyor. Hepimiz, siyasetçilerin
peşinde, siyasetçilerin günlük siyasî dalgalanmalarının arkasında yalpalanıp
duruyoruz. Oysaki aydının, entelektüelin onlara da yol gösterecek ufukta ve
önde hareket etmesi gerekiyor. Bizim, yeni bir bakış açısına ihtiyacımız var. Her
şeyi cumhuriyetin kuruluşuna gidip, ‘Atatürk laikliği koymasaydı bu ülke
kurtulmazdı, dış politikamız şöyle olmazdı’ diyenlerle, ‘Atatürk, Cumhuriyeti
ulus devlete çevirdi de o yüzden başımız belâya girdi’… Böyle bir kısır
döngünün içerisinde çırpınıp duruyoruz.
2019 yılında dünyanın anormal savrulmaya girdiği bir
dönemde, Batı medeniyetinin çatırdadığı, Avrupa’nın çöktüğü bir dönemde biz,
bir imparatorluk bakiyesi olarak Orta Doğu’nun en kuvvetli ülkesi olarak yeni
bir dil, yeni bir politika, yeni bir açılım üretmemiz gerekiyor. Bunu kendimiz
için de yapmalıyız, Orta Doğu için yapmalıyız, İslâm ülkeleri için yapmalıyız
ve Batı ile ilişkilerimiz için yapmak zorundayız.”
Sunucu Ersoy, “Bunu kim yapmalı? Yani entelektüeller mi,
Dışişleri Bakanlığı mı, Cumhurbaşkanlığı mı, tink tenk kuruluşlarımız mı,
gazeteciler mi, akademisyenler mi? Kim yapacak bunu?” diye sordu. Öztürk, “Hepimizin
yapmamız gerekiyor” dedi ve şöyle konuştu:
“Böyle gazeteci
olamaz”
“Hepimizin üzerine düşen bir şey var: Yani biz gazetecilerin…
Bak şunu söyleyeceğim; ben şundan çok rahatsız oluyorum: Yani Trump
Cumhurbaşkanına samimi davrandı diye şapkasını havaya atan, sevinç çığlıkları
atan bir gazeteci olamaz”
Ersoy’un “Öyle bir
şey mi var?” sorusu üzerine de Öztürk, “Öyle” dedi ve sözlerine şöyle devam
etti:
“Veya ‘Putin bize yakın davrandı; geldi şöyle yaptı’ diye…
Çünkü bir ay sonra değişiyor bu. Değiştiğinde de bu sefer küfür edince bu kadar
dengesiz, bu kadar tutarsız, bu kadar tutarsızlık olmaz yani.”
“Kemal, bu doğru
değil”
Öztürk’ün bu sözleri üzerine Hadi Özışık, “Bunu Kemal,
sosyal medyadaki birtakım çakalların bu şekilde yapmasıyla sınırlı tutman doğru
değil” diye itiraz etti. “Öztürk”ün “Hayır” cevabı üzerine de “Kim slogan attı
meselâ?” diye sordu. Öztürk, “Hayır hayır, onu kast etmiyorum… Türkiye’de köşe
yazar… Yaa Hadi Bey, konu o değil” diyerek, şunları söyledi:
“Düşünce
kuruluşlarımızda yeni bir perspektif yok”
“Bak, başka bir şey söylüyorum: Bizim, gazeteci olarak veya
entelektüel olarak ya da aydın olarak daha başka bir bakış açısını üretmek
zorundayız. Yani bu günlük tartışmaların içerisinde üremiyor bu bir türlü ve
buradan bir politika üretmek… Tink tenklerimize bir bakın Allah aşkına. Düşünce
kuruluşlarımızın ürettiği perspektiflere bakın. Yani var mı? Hiç sen, bir düşünce
kuruluşunun ürettiği yeni bir Orta Doğu perspektifi, yeni bir Türkiye
perspektifi, yeni bir Türk-Amerikan ilişkileri perspektifi okudun da etkilendin
mi? Ben olmadım yani etkilenmedim. Bir sorun var yani o yüzden burada. Günlük
olayların ve politikaların etrafında koş…”
Ersoy’un “Yani sahada
çalışmaları lâzım; sahada çalışma imkânları da çok” sözünü “Tabii ki” diyerek
onaylayan Öztürk, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Yeni bir siyasete
ihtiyacımız var; çok tıkandık”
“Ve önde olmaları lâzım... Hepimizden önde olması lâzım...
Düşünce kuruluşlarının, aydınların, akademinin, entelektüellerin, gazetecilerin…
Ben, gazeteciyim. Benim önümde bir aydın olacak, benim zihnimi karıştıracak,
ufkumu açacak, zorlayacak beni ki, ben ondan sonra makale yazarken ondan
etkileneyim. Siyasetçi ona bakacak bir şey yapacak. Yani Amerika’daki düşünce
kuruluşlarının şeylerine bakın; dış politikasına yön veren… Yani akademileri… O
yüzden, bundan ben çok rahatsız oluyorum kişisel olarak. Bizim yeni bir dile
ihtiyacımız, yeni bir siyasete ve yeni bir ufka ihtiyacımız var. Çok tıkandık
yani. Çok kısır tartışmaların içerisinde boğulup kalıyoruz. Bir açılıma ihtiyaç
var yani, kuvvetli bir açılıma.”
“Bu çok terbiyesizce
bir şey! Programdan çıkıyor, protesto ediyorum”
Kemal Öztürk sözlerini bitirdiğinde Yusuf Kaplan, “Ben,
programdan çıkıyorum. Bu yapılan şey, çok terbiyesizce bir şey. Bunu kabul
etmiyorum. Protesto ediyorum sizi” diyerek tepki gösterdi. Öztürk’ün, “Ne
alâkası var Yusuf Hocam yaa? Senle ne alâkası var?” sorusuna “Yaptığın şey çok
ayıp bir şey” diye karşılık verdi ve yaka mikrofonunu çıkarmaya başladı. Kaplan,
İsmail Saymaz’ın “Hocam ama bize saygısızlık etmez misiniz?” sorusuna da “Hayır”
diye karşılık verdi. Saymaz, “Biz de sizi dinlemeye geldik, lütfen. Böyle
yapmazsanız daha iyi olur” dedi.
“Yanlış anlaşılmayı
düzelttik”
Yusuf Kaplan tavrından vazgeçmeyince program sunucusu Mehmet
Akif Ersoy, yayına ara verdi. Reklamlardan sonra “Küçük bir yanlış anlaşılma
vardı, onu düzelttik. Yusuf Kaplan da bizlerle birlikte. Tekrar teşekkür
ediyorum anlayışınız için” diyerek yayına devam etti. Yusuf Kaplan da programda
kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder