Prof. Dr. Arıboğan, Türkiye’de fikir özgürlüğünü kıymetli olarak kabul eden çok az insan olduğu için, dışarıda Batıya karşı Türkiye hakkında olumlu konuşanların hiçbir etki oluşturamadığını ifade etti. Arıboğan, bu yalnızlığın Barış Pınarı Harekâtı sırasında açıkça görüldüğüne işaret etti.
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, HaberTürk televizyonunda, dünyadaki Müslüman, Türk ve Türkiye algılarını değerlendirdi.
Batıda IŞİD imajının
tetiklediği Müslüman ve Türk korkusu
Prof. Arıboğan, Batı ülkelerinde Dünya Müslümanlarının IŞİD’le
sembolleştirildiğini, Müslüman ülkeler içerisinde en etkili liderin Erdoğan
olması sebebiyle, Erdoğan’ın ve Tüklerin de IŞİD imajıyla birlikte
algılandığını düşünüyor.
Arıboğan, ‘öcü’ halindeki sakallı erkek IŞİD’çiler ile
çarşafa girmiş hiçbir yeri görünmeyen kadın figürlerinin, Batı’nın kolektif hafızasında
İslâm-Hristiyanlık çatışmasını canlandırdığını söylüyor. Arıboğan’a göre bu
çağrışımlar, İstanbul’u kaybetmek gibi sandığa kaldırılmış olan bütün
travmaları tetikliyor.
Arıboğan, “Türkiye’yi o İslâm elbisesi içinde gördükleri
için, kendi halklarını çok kolay ikna ediyorlar. Kamuoyundan da böyle bir tepki
geliyor zaten. Şu anda dünya üzerinde Müslüman’la Türk, aşağı yukarı aynı
resmin içerisine giriyor” diyor.
Eskiden ‘NATO müttefiki Türk’, ‘AB müttefiki Türk’, ‘seküler
ama Müslüman Türk’ imajı ön plandayken, halihazırda IŞİD’çi, El Kaide’ci bir
Türk imajının öne geçtiğini ifade eden Arıboğan, İslâm dünyasında ağırlığı olan
tek liderin Erdoğan olması sebebiyle, Türklerin de zihinlerinde oluşmuş olan radikal
İslâm’ın temsilcisi olarak görüldüğünü söylüyor.
Arıboğan, şu değerlendirmelerde bulunuyor:
‘İslamofobi’ tabirini
kullanmak doğru değil
“Erdoğan’ın kendisini konumlandırdığı yer, Batı dünyasında
böyle algılanıyor. Erdoğan da aslına bakarsanız, Müslümanlığından taviz verme
yanlısı filan değil yani. O, onu ön plana çıkartmaktan rahatsız da olmuyor. ‘Ben
de böyleyim’ diye ortaya çıkan bir lider. Bütün dünyadaki Müslümanların hakları
konusunda hassasiyet gösteren birisi…
Özellikle 11 Eylül, çok ağır bir travmaydı. 11 Eylül
saldırısından sonra Amerika’dan başlayan, sonradan birtakım El Kaide
saldırıları nedeniyle, IŞİD saldırıları nedeniyle bütün Avrupa’da esen bir
anti-İslâm (İslâm karşıtı) ortam var. Buna kimileri İslamofobia diyor; doğru
değil. İslâm fobisi (İslâm korkusu), yani bu kavram, kendi başına İslâm’ı
korkulması gereken, ‘öcü’ bir fobi haline getiriyor. Biz de çok zevkle
kullanıyoruz bunu, İslâmofobi falan diyoruz; ama öyle bir durum değil bu. Çünkü
bir şey fobiyse, yani korku haline getirdiyseniz… Hamam böceğinden korkanın
hamam böceğini öldürmesi, rahatsız edici bir detay değildir; meşruiyeti vardır.
Yani fobi olarak konumlandırıyorlar. Halbuki bu fobi değil, artık nefrete
dönüşmüş durumda. Yani eskiden korkuyorlardı, şimdi nefret ediyorlar.
Dehümanize ediyorlar. Yani Müslümanları insan olmaktan çıkartan bir yere
konumlandırıyorlar kafalarında. Onun için de “itlaf edilmeleri makbuldür” diyen
birtakım gruplar çıkacak bundan sonra ve bu, eski travmaları tetikleyerek
ortaya çıkıyor. Çok tehlikeli bir yere gidiyor ve Türkiye, buna karşı henüz bir
PR (halkla ilişkiler / tanıtım / kamuoyu oluşturma) atağı yapmadı. Bakın, algı
gerçektir. Yani siz, istediğiniz kadar konuşun; dünya nasıl algılıyorsa sizi,
gerçeklik orada şekilleniyor. Bunun için Batı dünyasının bir sürü istihbarat
servisi birlikte çalışıyor. İsrailliler bu konuda çok etkin bir rol oynadılar.
Özellikle Erdoğan’la Netanyahu’nun arası açıldığından beri İsrail’in bütün
teşkilatları, Türkiye aleyhine çalışmaya başladı. Aynı şey, Ermeni lobisi, Rum
lobisi, orada Türkiye’nin Amerika’da bulunan başka lobiler var; eskiden
kendimiz kullanıyorduk, şimdi tamamen anti-Türkiye haline gelmiş olan lobiler,
bütün Avrupa’da Türk diasporası, aslında bir grup destekçisi var ama sonradan
giden, özellikle son 5-10 yıllık diaspora, Türkiye ile ilgili çok olumlu şeyler
düşünmüyor. Onu da söyleyeyim. 15 Temmuz’dan sonraki diaspora, daha da etkili bir
biçimde geri geliyor.”
Türkiye, kendi olumsuz
imajını kendisi oluşturuyor
Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan’a göre Türkiye, kendisine dair
gerçekleri Batıya göstermeyi başaramadığı için Batı da görmüyor. Arıboğan’ın bu
konudaki değerlendirmeleri ve eleştirileri şöyle:
“Türkiye’nin bütün halkla ilişkiler faaliyeti ya da kamuoyu
oluşturma faaliyeti, iç kamuoyuna yönelik. İktidarın yaptığı tek şey, iç
kamuoyunu belli bir sabit çizgide konsolide etmek. Onu da başarıyorlar bir
şekilde. Dışarıyla ilgili bakın ne kadar zayıf olduğumuzu gördük, Barış Pınarı
Harekâtı’nda. Türkiye’den 2 tane yabancı dil bilen insan çıkartıp da
televizyonlara konuşturamadık. Allah’tan Cumhurbaşkanı Danışmanı Gülnur Aybet
Hanım’la İbrahim Kalın vardı; aman Türkiye de onları kahraman ilân etti. Yahu 2
kişiden ibaret olur mu? Bütün dünya televizyonlarında, orada burada çıkan,
Türkiye’nin diplomatlarının olması lâzım, aydınlarının olması lâzım…
Bir de bakın şu imaj çok önemli: Türkiye’de fikir özgürlüğü
denilen şeyi kıymetli olarak kabul eden çok az insan var. İktidarda da
muhalefette de, yani birbirlerinden farklı düşünenler, herkes birbirlerini yok
etmeye çalışıyor; ama devlet tarafından geldiği zaman bu baskı, Türkiye’den
giden ve dışarıda olumlu konuşan herkese, ‘Bunlar, hükümetin organik aydını’
diye bakılıyor. Çünkü öyle bir imaj verdik ki dünyaya, bu imajı da biz ürettik
ve bunun gerçek temelleri de var; fikir özgürlüğüne sahip olmayan,
gazetecilerini, medyasını özgür bırakmayan bir iktidar görüntüsü var. O yüzden,
buradan çıkan bilgiyi karşı taraf, pozitif ve gerçek olarak algılamıyor. Hep
propaganda olarak algılıyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder