26 Mayıs 2018 Cumartesi

Osmanlı Döneminde Ramazan - 4

“Osmanlı Döneminde Ramazan”ın bu bölümünde, Topkapı’da Ramazan iftarlarından, baklava alaylarından ve Hırka-i Saadet ziyaretlerinden bahsedeceğiz.

Topkapı’da Ramazan İftarları


Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın verdiği bilgiye göre, Ramazanlarda Topkapı Sarayı’nda verilen iftarlar, çok meşhurdu. Osmanlı’da hükümdarın, vezirlerin ve diğer devlet adamlarının iftar ziyafeti vermeleri âdettendi ve hâkimiyet sembolüydü. Her Ramazan, vüzerâ ve ümerâya, bu arada yabancı sefirlere ve gayrimüslim tebaanın rûhânî ve cismânî reislerine padişahın iftar ziyafeti verdiği malûmdur. Bu iftarlar, tepeden tabana tekrarlanan bir âdettir. Osmanlı iftarları, zengin ve leziz mutfağın teşhir edildiği; fakirlerle sofranın paylaşıldığı mahfiyetkâr, mistik bir sofradır. İftara davet edilen Avrupalılar, yedikleri, içtikleri, hele hele gördükleri ve hissettikleri bu mistik havayı, anlata anlata bitiremezler. Pek çok seyahatnamede Osmanlı Ramazanlarını bütün teferruatıyla bulmak mümkündür. Zaten çeşitli dinler değil, farklı içtimâî sınıflar da aynı konakta oruçlarını açmaktadır.

Baklava Alayı


Baklava Alayı, Topkapı’da Ramazan hayatının güzel bir misalidir. Padişahın askerlerine Ramazan ikramıdır.

Baklavalar, Matbah-ı Âmire’de, yani saray mutfağında hazırlanırdı. Yeniçeri, sipahi, topçu ve cebeci gibi kapıkulu askerlerinin “her 10 neferine bir tepsi” hesabıyla hazırlanan baklava sinileri, futalarına yani örtülerine sarılmış olarak Matbah-ı Âmire’nin önüne dizilirdi. Bu sinilerin ilkini, Silahdar Ağa ve maiyeti, 1 numaralı yeniçeri olan padişah adına teslim aldıktan sonra, diğer ortalardan gelen ikişer nefer, birer siniyi, herhangi bir kargaşaya mahal bırakmadan yüklenirdi. Her bölüğün usta, saka, mütevelli, odabaşı gibi âmirleri önde, baklava sinileriyle yürüyenler arkada açılan kapıdan dışarı çıkarlar; baklava alayı, gulgule ve nümayiş ile Divanyolu’nda kendilerini seyretmek için karşılıklı sıralanmış halkın arasından alkış ile kışlalara yürürdü. Sini ve futalar ise ertesi gün Matbah-ı âmire’ye iade edilirdi.

Son dönemlerinde bozulup kuru gürültü haline gelen Baklava Alayı törenlerinde sini ve futalar iade edilmez olmuş, buna gerekçe olarak da “Baklava o kadar lezzetliydi ki, sini ve futaları da yedik” gibi lâubâlilikler olmuştur. Baklava Alayı, nasıl son bulursa bulsun hep o Osmanlı İstanbul’una has törenlerden biri olarak hatırlanacaktır.

Hırka-i Saadet Ziyareti


Ramazan ayının ortasında her padişah, aynı zamanda Müslümanların halifesi olarak, törenle Hırka-i Saadet dairesini ziyaret ederdi.

Çok zengin bir koleksiyon olan Mukaddes Emanetler bölümünde, Osmanlı merasimlerine de konu olan iki parça çok mühimdir ki bunlar, Hırka-i Saadet ile Sancak-ı Şerif’tir.

Hırka-i Saadet, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in hırkasıdır. Muallâkât-ı seb‘a şairlerinden Kâ‘b bin Züheyr, 630 veya 631 yılında Müslüman olduğunda, Peygamber Efendimizin huzurunda, onu öven bir şiir, yani kaside söylemişti. Bu şiiri çok beğenen Peygamberimiz, kendi üzerindeki hırkasını çıkararak Kâ‘b bin Züheyr’e giydirmiş, ona böyle mukaddes bir hediye vermişti. Bu sebeple o şiir, daha sonra İslâm literatüründe “Kaside-i Bürde”, yani “Hırka kasidesi” adıyla meşhur olmuştur.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in Kâ‘b bin Züheyr’e hediye ettiği bu hırka, O’ndan kalan elle tutulur hatıralardan birisi olduğu için, halifeden halifeye emanet edilerek bu günlere kadar ulaşmıştır. Osmanlı padişahları da, kendi halifeliklerinin bir simgesi olarak kabul ettikleri bu hırkanın muhafızlığını üstlenmişlerdir.

Hırka-i Saâdet. 124 cm. boyunda, geniş kollu, siyah yünlü kumaştan dikilmiş, krem renginde, yün astarlı bir hırkadır. Günümüzde, Topkapı Sarayı’nın Mukaddes Emanetler bölümünde muhafaza edilmektedir.

Ramazan ayının ortasında her padişah, aynı zamanda Müslümanların halifesi olarak, törenle Hırka-i Saadet dairesini ziyaret ederdi.

Ramazan ayının 14’üncü gününün akşamında, mukaddes emanetlerin bulunduğu Has Oda’da bizzat padişahın da katıldığı bir temizlik merâsimi yapılırdı. Padişah, gül suyuna batırılmış süngerlerle Hırka-i Saadet şebekelerini temizlerdi. Çuhadar ve Rikapdar Ağalar, Has Odalılar, Gedikliler gibi görevliler de dairenin kapılarını, pencerelerini, duvarlarını temizlerdi.

Ramazanın 14’üncü gününün akşamı yapılan bu temizliğin ardından, Ramazan’ın 15’ine denk gelen ertesi gün, ziyaretler gerçekleştirilirdi. O gün sabah namazı, Hırka-i Saadet dairesinde kılınırdı. Hırka-i Saadet’in sandukası, padişahta bulunan altın anahtarla açılırdı. Hünkâr, sandukanın içindeki sırmalı, inci işlemeli 7 bohçanın içinden ikinci muhafazayı çıkarırdı. Bu muhafaza, altından yapılmış, 2 kanatlı bir çekmeceydi. Bu çekmecenin altın anahtarı da padişahta bulunurdu. Çekmece açıldıktan sonra, Hırka-i Saadet’in yakasında bulunan düğme, bir kâsenin içine konulur, bir parça ıslatılır, amber kokusu sürülür ve kuruması için ocağa tutulurdu. Kâsede kalan az miktardaki su, başka sulara damlatılır ve “Hırka-i Saadet Suyu” olarak hediye edilirdi. Bu geleneği, Sultan 2. Mahmud kaldırmıştır.

Hırka-i Saadet ziyareti, Ayasofya Camisi’nde öğle namazı kılındıktan sonra gerçekleştirilirdi. Baş imam, ikinci imam, Has Oda imamı, müezzin ve Çavuş Ağalar, ayakta sırayla Kur’an okurlardı. Hırka-i Saadet ziyaretine Sadrâzam ve Şeyhülislâm da katılırdı. Merâsim sırasında padişah, sandukanın yanında, Sadrâzam sağında, Darü’s Saade Ağası solunda durarak, ziyaret ifa edilirdi. Törene katılacak herkesin gelmesinin ardından padişah, sandukayı açar, Sadrâzamın ve diğer devlet erkânının ziyaretine müsaade ederdi.

Ziyaretlerde, Hz. Peygamber’e duyulan saygının bir gereği olarak oturulmaz, bütün merasim boyunca ayakta durulurdu. Ziyarete gelenler, duâlar okuyarak Hırka-i Saadet bohçasına yüz sürerlerdi. Bu ziyaret, Hz. Peygamber’in şefaatine nâil olmak için yapılırdı. Ziyaret tamamlandıktan sonra, daire, en düşük rütbeli olandan başlanarak terk edilirdi.

Hiç yorum yok: