AK Parti 22. Dönem Milletvekili Turhan Çömez, 2003’te bir gazetede yayınlandığından bu yana Ali Babacan’a atfedilen “Irak’a ilk bomba düştüğünde 8,5 milyar dolar hesaba geçecek” sözünü, Babacan’ın değil, dönemin Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın söylediğini açıkladı. Ancak Çömez, Babacan döneminde “vahşi bir rant düzeni” kurulduğunu, Türkiye’nin, o günden beri devam eden ve çığ gibi büyüyen borçların esareti altına girdiğini ileri sürdü.
22. Dönem AK Parti Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, TV5 Ankara Stüdyosundan yayınlanan ve Gazeteci Mustafa Yılmaz’ın sunduğu “Kulis Ankara” programına, görüntülü bağlantı yoluyla konuk oldu. Programa, Milli Gazete’den Gökçen Göksal da İstanbul stüdyosundan katıldı.
Programda, Turhan Çömez’in 2007 yılında TV5’de yayınlanan “Pazar Gündemi” programında, bir AK Parti Milletvekili olarak dile getirdiği itirazlar ve uyarılar yayınlandı.
Çömez, 2007 yılında yaptığı değerlendirmede, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın sorumluluğunda olan ekonomik yapıyı eleştiriyor. Yayınlanan arşiv kaydında Çömez, şunları söylüyor:
“2002 yılında bu ülkenin iç-dış borcu toplam 230 milyar dolardı. Bugün 400 milyar doları geçti. Türkiye’nin cari açığı, 2002 yılında 1,5 milyar dolardı. Bugün Türkiye’nin cari açığı, 32 milyar dolar. Türkiye’nin dış ticaret açığı 1.7 milyar dolardı 2002 yılında, bugün 50 milyar dolara yaklaştı ve bugün biz, bu cari açığı kapamak için, dışarıdan gelen yabancı sermayeyi kullanıyoruz. İnsanların kafası karıştırılıyor. Deniyor ki, ‘Doğrudan yabancı yatırım’. Ben, geçtiğimiz yıl, Kasım ayında Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan’a bir soru önergesi yönelttim ve dedim ki, ‘Sayın Babacan, son 4 yıl içerisinde bu ülkeye gelmiş, yatırım yapmış, istihdam üretmiş, know how üretmiş, ihracat yapmış yabancı sermayenin bana miktarını ver’. Böyle bir sermaye yok. Gelen sermaye neye geliyor, biliyor musunuz? Bankalarınızı satın almaya geliyor, kârlı işletmelerinizi satın almaya geliyor, kamu iktisadi teşekküllerinizi (KİT) satın almaya geliyor ve portföy yatırımı için geliyor. Yani sıcak para olarak geliyor, borsa ve değerli kâğıtlarda paradan para kazanmaya geliyor. Bu, vahşi bir rant düzeni ve bir saadet zinciri. Bu, TİTAN gibi bir saadet zinciri. Bu kopacak, bir yerde kopacak; mutlaka kopacak.
“Duvara toslamanın
alternatifi de uçuruma yuvarlanmak olmamalı”
Bakın, öyle bir mekanizma kurmuşlar ki, sizin Merkez Bankanızda ve özel bankalarınızdaki toplam 112 milyar dolarlık mevduat, kasanızda değil. Dışarıya yatırmışsınız. Amerikan FED’inde, merkez bankasında ve diğer yabancı bankalarda %4 faizle çalışıyor. Peki, siz ne yapıyorsunuz? Sıcak para olarak Türkiye’ye 80 milyar dolar olarak girmiş ve %22 faiz ödüyorsunuz. Bu para sizin aslında. Yani dışarıya veriyorsunuz parayı %4 faizle, aynı parayı %22 faizle ülkenize alıyorsunuz. Bu, korkunç bir rant mekanizması. Bunun adı, vahşi bir rant düzenidir. Bunun ilânihaye gitmesi mümkün değil. İşte onun için sürekli artan dış ticaret açığı, sürekli artan cari açık, sürekli artan iç-dış toplam borç… Sayın Babacan, geçenlerde bir beyanat verdi. ‘200 kilometrelik bir süratle gidiyoruz. Eğer sıcak para girişi, doğrudan yatırım girişi engellenirse, duvara toslarız’. Doru; ama bu duvara toslamanın alternatifi de uçuruma yuvarlanmak olmamalı. Yani duvara toslatmadığınız taktirde, bu gidişin sonu, uçuruma yuvarlanmaktır; er ya da geç. Bu saadet zincirinin ilânihaye gitmesi mümkün değil.
“%30 büyüdük deniyor
ama bunu doğrulayan istihdam yok”
Deniyor ki, ‘Bu ülke, %30 büyüdü, son 4 yılda. Bakın, büyümenin bir karşılığı vardır. Yani siz, bir fabrikanıza yeni bloklar ekleyip, yeni üretimler, sahalar açıyorsanız, bunun karşılığı istihdamdır. Yani yeni işçi almaktır. %30 büyüyen bir ülkede, %30 olmasa bile, ona yakın, ona tekabül edecek, onu karşılayacak bir istihdam miktarının olması lâzım. Bu da yok. Dolayısıyla tüm bunları alt alta koyduğunuz zaman, ortada bir sanal ekonomi var. Neden sanal? Bir de işin realine dönelim. Türkiye’de KOBİ’ler sıkıntıda. Türk sanayicisi artık girdi maliyetleriyle rekabet edemediği için, yabancı alternatifleriyle rekabet edemediği için, gözünü dışarıya dikmiş. Bulgaristan’a gidiyor, Çin’e gidiyor. Şu kadar işçi, şu kadar yatırım, şu kadar fabrika… Bunların hiçbirisi gerçekçi değil. Ben, size gerçekçi rakamlar vereceğim. Benim siyasî hayatım, hep doğrular üzerine kurulmuştur. Her şeyi bilgili, belgeli rakamlarla ve net konuşmayı seven bir adamım.
“2005-2007 arasında ayakkabı
sektöründe 160 bin kişi işini kaybetti”
Ayakkabıcılık sektörü. Uçaktan bahsetmiyorum, ağır sanayiden bahsetmiyorum, yüksek teknolojiden bahsetmiyorum; ayakkabıcılık sektöründen bahsediyorum. 2000 yılında bu ülkeye giren ayakkabı sayısı, 9 milyon çift. 2006 yılında 36 milyon çift. Türkiye’de yerli ayakkabı sektörünün yıllık üretim kapasitesi, 450 milyon çift. Peki, yerli ayakkabı ne kadar üretiliyor bu ülkede? 150 milyon çift. Yani %30 kapasite ile çalışıyor. Lütfen izleyicilerimiz de dikkat etsin; bir rakam vereceğim ve bizi eğer Konya’da izleyen, dinleyen izleyicilerimiz varsa, onların dikkatini çekmek istiyorum. Çünkü en büyük darbeyi Konya almıştır. Son 2 yıl içerisinde bu ülkede ayakkabı sektöründe 160 bin kişi işini kaybetti. Bu, resmî rakam. Peki, bunlar ne oldu? İşte bunlar, Türkiye’nin dış ticaret açığını arttıran, Türkiye’nin dış borcunu arttıran bu mekanizmanın esareti altına girdiler ve ithal ayakkabıları satan işletmelerin içinde işçi olarak çalışmaya başladılar. Ne olacak bu işin sonu? Ben, yapıp üretemediğim taktirde, dışarıdan gelen bir parayla döndürdüğüm bir ekonomi, nereye kadar gidecek?”
Turhan Çömez, 2007 yılındaki bu konuşmasının devamında, “Dinler Arası Diyalog”, “Medeniyetler İttifakı”, “Dinler Bahçesi”, “Büyük Orta Doğu Projesi” adıyla yürütülen çalışmaları da eleştirerek, bu projelerin, küresel güç merkezleri tarafından dizayn edildiğini belirtiyor. Çömez, “Ben, böyle bir projeye inanmıyorum. Bu bir safsatadır. Bu, Amerika’nın ve küresel oyun kurucularının bu coğrafyada kurmak istedikleri sistemin bir psikolojik ayağıdır” diyor.
Çömez, 2007 yılındaki televizyon konuşmasında, 1 Mart Tezkeresi hakkındaki düşüncelerini de şöyle dile getiriyor:
“Bakın, 1 Mart Tezkeresi’nde dendi ki, ‘Biz, 24 milyar dolar parayı Amerika’dan alamazsak, memurumuza maaş ödeyemeyiz. 1 Mart Tezkeresi, çok önemlidir. Amerika’da ‘at pazarlığı’ denen bir mantıkla bu süreç götürüldü. Zamanın Dışişleri Bakanı Sayın Yaşar Yakış, söylediği ifade dün gibi hafızamdadır, ‘İlk bomba Bağdat’a düşer düşmez paramızı isteriz’ dedi. Bu nasıl bir dış politik vizyondur? Bu nasıl bir anlayıştır? Orada ölen kim? Senin gibi düşünen, senin gibi hisseden, senin gibi yaşayan kardeşin ve 750 bin kişi, orada hayatını kaybetti. Oradaki dramları, gittim, gördüm, yaşadım. Misket bombalarıyla ölen çocukları; kolunu, bacağını, gövdesini kaybetmiş insanları; o hastanelerdeki o dramları, acıları, gittim yaşadım. Benim kucağımda çocuklar öldü, Bağdat’ta. Ben, bunları görmüş birisiyim. Nasıl bunlara onay verebilirim?
“İsrail’in güvenliği,
bizim Lübnan’a asker göndermemizle sağlanmak istendi”
Lübnan savaşını yaşadım ben. Beyrut’taydım o savaş esnasında. Gece yarıları sabahlara kadar bombalandı o Beyrut. Beyrut’un bir kesimi, Müslümanların, Şiilerin yaşadığı bir bölümü, sabahlara kadar bombalandı. Beyrut Tezkeresi veya Lübnan Tezkeresi ile ilgili, insanlara şu dendi: ‘Biz, Orta Doğu’da masada olmak istiyoruz. Biz, Orta Doğu’da oyun kurucu olmak istiyoruz. Biz, Lübnan’a istikrar getirmek istiyoruz. Lübnan’ın güvenliğini korumak istiyoruz. Hayır, böyle değil. Bas bas bağırdım; o zaman da söyledim, yine söylüyorum. Çıkın, insanlara şunu söyleyin: ‘Biz, Lübnan’ın güneyine bu askerleri, aslında Hizbullah’ı kontrol altına almak için gönderiyoruz ve İsrail’in güvenliği için gönderiyoruz’. Ha, bunu söyleyin, problem yok. Oturalım onu tartışalım, bu doğru mudur, yanlış mıdır diye. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir panelde konuşmacıydım. Karşımda İsrailli bir büyükelçi, bu görüşlerimi söyledikten sonra bana dedi ki, ‘İsrail’in güvenlik hakkı yok mu?’ Evet, var. İsrail’in de insan olarak oradaki Musevî İsrail vatandaşlarının da güvenlik hakkı var; ama dünyayı kandırmayın. Bu güvenlik hakkının, bizim tarafımızdan Güney Lübnan’a asker göndermekle tesis edildiği gerçeğini, oturalım, konuşalım, tartışalım. Biz, madem Lübnan’da oyun kurucuyduk, ne oldu? Güney Kıbrıs Rum Kesimi, kalktı bir petrol arama anlaşması yaptı. Mani olabildiniz mi? Sizin aleyhinize, ilerleyen yıllarda 400 milyar dolarlık bir petrol rezervinden bahsediliyor. Bunlar çıkartılacak ve Güney Kıbrıs Rum kesimine tahsis edilecek. Türkiye, ne yaptı bununla ilgili? Madem Lübnan’ın güvenliğini korumak için asker gönderdiniz, neden Lübnan, sizinle oturup bu konuyu paylaşmadı ve tartışmadı? (…) Onun için, onun bir perde önüne, bir de perde arkasına bakmak lâzım. Ben, olayları gazetelerden okuyan, birtakım çarpıtılmış bilgilerle değerlendiren bir insan değilim.”
1 Mart Tezkeresi
süreci
“Kulis Ankara” programında Turhan Çömez’in 2007 yılında TV5’te söylediği bu sözler yayınlandıktan sonra Gökçen Göksal’ın sorusu üzerine Çömez, 1 Mart Tezkeresi sürecini değerlendirdi.
Çömez, 1 Mart Tezkeresi’nin önemli bir dönemeç olduğunu belirttikten sonra, az önce yayınlanan 2007 konuşması hakkında küçük bir değerlendirme yapmak istediğini ifade ederek, şunları söyledi:
“Bir kere AK Parti iktidara geldiğinde, Türkiye’de IMF’den teslim aldığı bir ekonomik model vardı. Büyük de bir şansa sahipti aslında. Bu ekonomik modeli rant ekonomisinden alıp, üretim ekonomisine, istihdam ekonomisine, katma değer ekonomisine çevirebilirdi; ama AK Parti, bunu tercih etmedi ve o günden beri devam eden ve çığ gibi büyüyen borçların esareti altına girdi Türkiye. Bugün onun için kapı kapı, elimizde çantayla, insanlara müracaat edip, ülkelere gidip swap yapmaya çalışıyoruz. Borç bulamadığımız gibi, para değişimi yapmaya çalışıyoruz. En son, bir miktar Katar’la ve bir miktar da Çin’le yapılan bu swap anlaşmalarıyla, bir küçük nefes aldı ekonomi; ama bu borç batağı devam ediyor. Borcu borçla çeviren bir rant düzeni devam ediyor. Bunu çeviremediğimiz sürece, Türkiye’nin karşısında inanılmaz bir ekonomik kaos ve inanılmaz bir çöküntü var. Bu, kaçınılmaz bir akıbet ve bu akıbeti hükümet, ötelemek için elinden gelen çabayı harcıyor.”
“Dinler Arası Diyaloga
karşı çıktığım için Ergenekon çuvalına kondum”
Çömez, o dönemde siyasette yer edinmeye çalışan kimilerinin, FETÖ ile aynı fotoğraf karesinde görünebilmek için çaba harcadığı, onu takdis ettiği, alkışladığı, övgüler yağdırdığı bir dönemde; yurtsever, dinine diyanetine bağlı, ülkesine toplumuna sevdalı, ülkesinin menfaatlerini her şeyin önünde tutan küçük bir grubun, buna tavır koyduğunu söyledi. “Ben de bunlardan bir tanesiydim” diyen Çömez, dinler arası diyaloğun, arkasında Amerika’nın büyük bir projesi bulunan büyük bir safsata olduğunu, bu projeyle Türkiye’de toplumsal bir psikolojik operasyon yönetmek istediğini, bunu da uzun vadeli bir hazırlık içinde yaptığını vurguladığını dile getirdi.
Çömez, kendisinin “Ergenekon çuvalı”nın içine konmasının sebeplerinden birinin de gösterdiği bu tavır olduğunu ifade etti.
“Irak’a ilk bomba
düştüğünde paramızı isteriz” diyen kimdi?
Turhan Çömez, “Irak’a ilk bomba düştüğünde paramızı isteriz” sözünü değerlendirmeye başladığında Mustafa Yılmaz, geçen hafta DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ı konuk ettiklerini ve o sözü söylediği iddiasını yalanladığını belirterek, “Gerçekten ne oldu orada? Kapalı kapılar arkasında neler yaşandı?” diye sordu.
Çömez, o dönemde 1 Mart Tezkeresi’ne karşı çıktığını ve engellenmesi için birçok arkadaşını ikna etmeye çalıştığını anlattı.
Çömez, o dönemde, bir projenin ilk aşaması olarak daha önce Özal’a kurdurtulan fiilî bir Kürt devleti olduğunu, ikinci aşamasında da Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurdurulup ikisini birleştirmek suretiyle bunun Hatay / İskenderun üzerinden Akadeniz’e bağlanmak istendiğini söyledi. Bu projenin asıl amacının, İsrail’in güvenliğini sağlamak olduğunu belirten Çömez, “Belki 50, belki 100 yıl sonra da o “vaad edilmiş topraklar” iddiasıyla bu coğrafyayı da İsrail’in coğrafyasına katmak. Plan buydu” dedi.
1 Mart Tezkeresi’nin kabul edilmesi halinde, 70 bin Amerikan askerinin Türkiye’ye kalıcı olarak yerleştirilmek istendiğinin anlaşıldığını belirten Çömez, bu askerlerin, Türkiye’den koparılmak istenen coğrafyanın güvenliğinin sağlanması için bölgeye yerleştirilmek istendiğini dile getirdi. Çömez, “Benim asıl tepki koyduğum, asıl endişelendiğim ve asıl tavır koyduğum konu buydu” dedi.
Turhan Çömez, sözlerine şöyle devam etti:
“O sözü söyleyen Yaşar
Yakış’tır”
“Kapalı toplantılarda Sayın Erdoğan, bize ısrarla ve ısrarla, bu tezkerenin geçmesi gerektiğini, geçmemesi halinde ciddi manada ekonomik sıkıntı çekileceğini, memur maaşlarının ödenemeyeceğini söyledi ve Ali Babacan da bunu teyit eden açıklamalar, konuşmalar yaptı. Ama orada “Bağdat’a ilk bomba düşer düşmez, daha açık ifade edeyim, ilk insan canını teslim eder etmez biz bu paramızı isteriz” diyen, Yaşar Yakış’tır. Ben, bunu bizzat bildiğim için, bu televizyon konuşmasında da ifade ettim” diye konuştu.
- KARŞI GÖRÜŞ -
Yalçınbayır, Babacan’ın
Erdoğan’ın sözlerini onaylamadığını söylemişti
AK Parti’nin kurucularından, eski Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır ise, 2016 yılında “Özgür Düşünce” gazetesine yaptığı açıklamada, “Tayyip Bey ‘maaşları ödeyemeyiz’ diyor. Nedir bu? diye sorduk. Babacan, böyle bir şeyin olmadığını ama ihtiyaten motorlu taşıt vergilerine, emlak vergilerine yüzde 100 zam istedi, yapıldı” demişti.
Ali Babacan, TV5’de
ne demişti?
DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan, 1 Mart Tezkeresi öncesinde “Irak’a ilk bomba düştüğünde 8,5 milyar dolar hesaba geçecek” dediği iddiasını kesin bir dille yalanlamıştı. Babacan, bu haberin, o dönemin ekonomik kriz şartlarında “biraz moral olsun, Tezkere Meclis’ten geçsin” diye bile yapılmış olabileceğini söylemişti.
1 Mart Tezkeresi
nedir?
Kamuoyunda “1 Mart Tezkeresi” olarak anılan tezkere, Irak krizi konusunda AK Parti Hükümeti tarafından 25 Şubat 2003’te TBMM’ye sunulmuş, 1 Mart’ta oylanmıştı.
Tezkerenin resmî ismi, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi” idi.
Yapılan oylamaya 533 milletvekili katıldı, 250 ret, 264 kabul, 19 çekimser oyu kullanıldı. Ancak, Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen 267 salt çoğunluğa ulaşılamadı. Bu durumda, tezkere kabul edilmemiş sayıldı.
1 Mart Tezkeresi sırasında Başbakan Abdullah Gül, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ise Ali Babacan’dı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder