31 Temmuz 2018 Salı

Perinçek: AKP, entelektüel yetenekleri zayıf bir partidir; Avrasya’da yer almaya karar vermiştir; şu an devlet-hükümet ayrışması yoktur


Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, “devlet” ve “hükümet” birbirinden farklı kavramlar ve yapılar olup olmadığına ve bu bakımdan AK Parti’nin konumuna dair bir soruyu cevapladı. Bu ayrımın birtakım Kemalist solcuların özlemi olduğunu belirten Perinçek, bu ayrımın doğru olmadığını söyledi. “Sonuç itibariyle Türkiye’yi AKP yönetiyor ve devletin başında AKP var” diyen Perinçek, AK Parti yönetiminin, Türkiye’nin yerinin Avrasya olduğuna karar verdiğini ileri sürdü. Perinçek, diğer taraftan, AK Parti’nin entelektüel yetenekleri bakımından zayıf bir parti olduğunu, partide bir Osmanlı mirası da olmadığını ifade ederek, “Yani Osmanlı mirası, daha çok ideolojik bir söylem olarak var” dedi.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Ulusal Kanal’da yayınlanan “Çıkış Yolu” programında, gazeteci Rafet Ballı’nın sorularını cevapladı.

Rafet Ballı’nın “Belli ki, Avrasya’nın önde gelen ülkeleri, devletleri, Türkiye’nin öneminin ve rolünün çok fazlasıyla farkındalar. Türkiye devleti bunun ne kadar farkında, Türkiye’yi yöneten AKP, bunun ne kadar farkında?” sorusunu da cevapladı. Perinçek, şunları söyledi:

AKP, entelektüel yetenekleri itibariyle zayıf bir partidir

“Devlet ve AKP diye iki ayrı kurum var mı? Sanmıyorum. Sonuç itibariyle Türkiye’yi AKP yönetiyor ve devletin başında AKP var. Yani eskiden beri “Türkiye’de bir devlet var, bir de iktidarda olan parti var” gibi anlayışlar vardır; ama ben bunu pek görmedim. Yani bir “ordu” diye görece bağımsız, görece özerk bir kurum, Türkiye’nin tarihinde hep oldu. Vardı. Özellikle 1960’lardan sonra. Yani Atatürk zamanında hükümetle ordu arasında tam bir beraberlik ve tam bir disiplin söz konusuydu; fakat o Atlantik döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin millî olması ve Atatürk geleneklerine bağlı olması nedeniyle, Atlantikçi hükümetle ordu arasında anlaşmazlıklar ve ayrılıklar başladı. Yakın tarihimizde böyle bir şey vardı; ama bu, çok abartıldı benim görüşüme göre. (AKP) farkında mı? AKP, entelektüel yetenekleri itibariyle zayıf bir parti. Yani, böyle dünya tahlili, dünya nereye gidiyor, stratejik çözümler vesaire… Buralarda böyle bir geleneği yok. Böyle bir mirası yok. “Osmanlı” diyor, şu diyor, bu diyor; ama Osmanlı mirası da yok AKP’de. Yani Osmanlı mirası, daha çok ideolojik bir söylem olarak var. Hatta Osmanlı daha laikti AKP’den belki. Çünkü Osmanlı, dünyayı, sonuç itibariyle, imparatorluk olduğu için, nesnel gerçeklere göre, yani dünyevî hakikatlere göre yönetiyordu. Yoksa gökten geldiği söylenen… (Sunucu araya giriyor, cümle yarım kalıyor.)”

Rafet Ballı’nın “Bu gün bakıyoruz ki Osmanlı paşaları, son dönemde oldukça realistler. Dünyayı çok iyi takip ediyorlar” yorumu üzerine Perinçek, “Yalnız paşaları değil, padişahları da.” dedi.

Tekrar “AKP, Avrasya açısından taşıdığı önemin farkında mı?” sorusuna dönen Perinçek, sözlerini şöyle sürdürdü:

Erdoğan, farklı tarihlerde 34 kere BOP’un eşbaşkanı olduğunu söylüyor

“Farkında mı? Farkında olmaktan çok, biraz el yordamıyla götürüyorlar. Yani AKP’nin bir entelektüel, zihinsel bir devlet birikimi, devlet tecrübesi olmadığı gözüküyor. Yani konuşmalarda da bunu görüyoruz, tavırlarda da görüyoruz, kararlarda da görüyoruz ve AKP liderlerinin geçmişlerine, birikimlerine baktığımız zaman da görüyoruz. Farkında olmaktan çok, biraz süreç sürüklüyor onları. Farkında olsaydı, 2004 yılında Tayyip Erdoğan, 15 Şubat gecesi Kanal D’de “Teke Tek” programında “Hani var ya Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Ortadoğu Projesi, o proje kapsamında Diyarbakır’ı merkez yapacağız, yıldız yapacağız.” demezdi. Demek ki farkında değil. Hani 2004 yılında, 34 yerde, o yıllar, 2005, 2006… Hepsini saptadık; 34 tane şey bulduk. Bunların çoğu televizyon, video görüntüler; 34 yerde “eş başkan” olduğunu söylüyor. Farkında olsa, FETÖ ile işbirliği yapmazdı. Farkında olsa, 2010, 2011 yılında PKK ile Kürt açılımı yapmazdı. Farkında olsa, Ermeni açılımına kalkışmazdı. Yani farkında olmadığı ama hayatın onu ittiği, sürüklediği bir gerçek. Zaten Batı’da da ne diyorlar? İşte “Yeşil Kemalist oldu” vesaire diyorlar veya “AKP’yi şunlar yönetiyor, bunlar yönetiyor” şeklinde değerlendirmeleri, Amerikan, Alman basınında sürekli olarak rastlıyoruz. Demek ki farkında değil. AKP, bu süreçte itilen, sürüklenen ve günlük gelişmelere göre çözümler üretmeye çalışan; ama stratejik bir bakışı, tahlili, çözümü olmayan bir hükümet olarak gözüküyor.”

Perinçek, “AKP’nin görüşü giderek berraklaşıyor mu, yoksa bulanıklık aynı yoğunlukta sürüyor mu?” sorusu üzerine de, 16 yılda tabiî olarak bir tecrübe oluştuğunu belirterek, “Ama 16 yılda çok şey öğrenmeleri lâzımdı; ama onu göremiyoruz. Yani AKP liderlerinin, hükümet yöneticilerinin vesaire, konuşmalarına bakıyoruz, tavırlarına bakıyoruz, bu 16 yılda bu kadar büyük bir tecrübe, aşağı yukarı kadro da çok değişmedi; ama bir birikim elde etmediklerini görüyoruz.

Rafet Ballı’nın, “Kendisi dışında herkes değişti temel kadroda” diye itiraz etmesi üzerine de Perinçek, “Yoo, niye? Değişenler oldu ama işte Sayın Binali Yıldırım, belli insan… AKP’de belki bir-iki tane benim uzaktan tanıdığım ama kamuoyunun çok iyi bilmediği parlak adam var belki; ama onların da hükümet üzerinde, yönetim üzerinde çok etkisi olduğunu sanmıyorum; ama şöyle bir stratejik tercih yaptılar: Yani “Artık bizim yerimiz Avrasya.” Yani, “Biz, Atlantik sistemi içinde yaşamamız mümkün değil.” Yani Türkiye olarak da AKP hükümeti, iktidarı olarak da. “Bizim yerimiz, Rusya’nın yanı, Çin’in yanı, İran’ın yanı.” Bu gerçeği gördüler.” diye konuştu.

“Bu stratejik tercihi yapmışlar ise eğer, AKP’nin daha net olması, daha kararlı adımlar atıyor olması gerekmez miydi?” sorusu üzerine de Perinçek, şunları söyledi:

“Bence çok bulanıklık yok. Esas olarak net. Yani bir tereddüt dönemi yaşandı. O tereddüt dönemi, yalnız AKP iktidarında değil Çin, Rusya, İran yöneticilerinde de… Yani biz, onlarla da devamlı görüştüğümüz için, güvenmediler onlar yani… Türkiye’yi de tanımıyorlar. Türkiye’nin birikimini çok iyi bilmiyorlar. Ruslar, biraz daha iyi biliyor. Hep böyle kuşkuyla… Onlara biz anlattık: Türkiye’nin dinamikleri var, Türkiye’nin mecburiyetleri var. Bunun tabiî yavaş yavaş oralarda da anlaşıldığı gözüktü ve şimdi o güvensizlikler dönemi, büyük ölçüde giderildi sanıyorum.”

Gelinen aşamada “Devlet” ve “AKP” ayrımı yapılıp yapılamayacağına dair soruya tekrar dönülmesi üzerine Perinçek, “Devlet diye, AKP’nin dışında bir hayalî… Yani pek bir şey gözükmüyor” dedi. Perinçek, sözlerine şöyle devam etti:

“FETÖ zamanında vardı. Yani FETÖ gladyosu vardı. Onu 15-16 Temmuz gecesi tanıdı Türkiye, 2016 yılında. Eskiden beri bir derin… Yani “Gladyo” dediğimiz olay vardı ve bu daha çok, ordunun, Türkiye tarihinde Atatürk’ten sonra böyle daha özerk bir konumu olmasından kaynaklanıyordu; fakat 15-16 Temmuz darbesinin ezilmesi, bastırılmasından sonra esas olarak böyle bir tane devlet var, bir tane AKP diye bir hükümet var, öyle bir ikiliği pek göremiyoruz; ama önümüzdeki ekonomik büyük zorluklar neleri davet edecek, o bence Türkiye’nin önündeki çok önemli bir sorun.”

Perinçek, “Peki bu, bir devlet normali midir?” sorusu üzerine de “Bakın, bir devlet gelenekleri ve kurumlaşması olması lâzım. Yani bir devler vardır, bir kurumları vardır.” dedi. “Devlet ve hükümet aynılaşmamalı mı diyorsunuz?” sorusuna karşılık da Perinçek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Gerçekten hareket ediyorum ben. Aynılaşmalı, aynılaşmamalı… Tabiî hükümet olacak; o hükümet, devletin başıdır. Yani Türkiye’de şöyle bir, özellikle birtakım Kemalist solcularda filan “Bir devlet var, o biziz. Yav bir de hükümetler, gelir geçer, biz onu arkadan dürteriz, yönetiriz, yönlendiririz” falan gibi bir model vardı. O biraz da kendi özlemleri falandı, biraz da gerçekti; ama şimdi büyük ölçüde bunun arkada kaldığını düşünüyorum ben. Yani o bir gerçek. O bakımdan, “AKP Hükümeti ve yönetimi, ayrıca bir devlet” diye bir ikiliği, şahsen göremiyorum. Öyle bir şey göremiyorum.”

Perinçek, “Bu, normal bir durum mudur? Olması gereken bu mudur?” sorusu üzerine de şu değerlendirmede bulundu:

Hükümet, devlet kurumlarının başındadır

“Olması gereken bu tabi. Tabi bir devlet kurumlaşması olacak. O başka bir şey; ama o, hükümetten ayrı bir şey değil. O kurumlaşmanın tepesinde hükümet var. Yani hükümetten bağımsız, hükümetten özerk, hükümeti yönlendiren, hükümet üzerinde baskı kuran bir devlet değil; fakat bir gelenek, bir miras, ilişkiler ağı… Sonuç itibariyle hükümet geldiği zaman, diyelim Dışişleri Bakanlığı… Meselâ Türkiye’nin devlet kurumlaşmasında birtakım okkalı, Dünya çapında gelenekleri olan kurumlar vardır. Meselâ en başında Maliye. Ta Osmanlı Devleti’nden falan, daha önceki Türk imparatorluklarından gelen çok önemli bir malî kurumlaşma var. Neden? Çünkü o imparatorluklar, sonuç itibariyle vergi toplama, haraç alma, efendim para alma, çiftçiyi, esnafı, şunu-bunu vergiye bağlama sistemi üzerinde oluşuyor. Yani Tımar sistemi, toprak sistemi ile aynı zamanda devletin kurumlaşması arasında oradan gelen bir şey var. Meselâ önemli Türk tarihçileri, hep ne diyorlar? ‘Türkler kadar kayda düşkün bir devlet yoktur.’ Meselâ Fransız tarihçisi (Jean Paul) Roux. Şimdi herkes, ‘Türkler okuma yazmayı bilmez, kılıç sallar’ falan diye öyle bir kafalarda düşünce vardır; ama bütün büyük tarihçiler, şunu tespit etmişlerdir: ‘Türkler, nereye girse her şeyi kayda kuyda alırlar.’ Meselâ Rus tarihçileri, Rus tarihini hep o Kıpçakların, Oğuzların, Peçeneklerin, o Altın Ordu’nun, Kırım Türklerinin vesaire falan, tespitlerine göre Rus tarihi yazıyorlar. Yani her köye girdiklerinde burada kaç insan yaşıyor, kaç tane koyun var, kaç tane at var, kaç tane sığır var, kaç tane domuz var; ona göre kaç tane kadın var, kaç tane erkek var, hemen kayda geçiriyor. Çünkü vergi alacak. Diyelim hayvan vergisi alacak, insanlardan vergi alacak, vesaire… O bakımdan çok kuvvetli bir malî sistem mirası var Türkiye’nin. İkincisi, Dışişleri Bakanlığı mirası. Yani bizim çok önemli bir Hariciye mirasımız var. Adalet Bakanlığı mirası. Adliyesi, Hariciyesi, Maliyesi… Askeriyenin zaten, Seyfiye, lafını bile etmiyoruz. O, Dünyada diyelim tek. Bir no diyelim. Yani askerî geleneği en güçlü ülke. Daha doğrusu, ilk defa ordu kuran halklar, Milât’tan önce 3 binli yıllarda, Hazar Denizi’nin kuzeyinde, Asya’nın kuzey batısında Türklerin ilk defa devlete ordu kuruculuğu… Atlı çoban kültürü temelinde; oradan kaynaklanıyor. Oralardan gelen büyük askerî gelenekleri var. O bakımdan, devlet kurumlaşma ve ilişkileri konusunda çok büyük bir miras var; ama hükümet de sonuç itibariyle o mirasın içinde ve tepesinde bir yönetim oluyor. Zaman zaman, diyelim Osmanlı devletinde de vardı bu; yani o devlet kurumlaşması içinde farklılıklar, ayrılıklar… Fatih Sultan Mehmet… Yıldırım Beyazıt önce onu çözdü. Şunu çözdü: Anadolu Beyliklerinin görece özerkliğini ve feodal egemenliklerini büyük ölçüde biçerek merkezî bir devlet kurma konusunda en önemli atağı Yıldırım Beyazıt yaptı; ama o, maalesef Timur’un gelip vurmasıyla bir krize uğradı. Fetret Devri. 1402-1413. Ama hemen arkasından 50 yıl sonra Fatih Sultan Mehmet… Ama meselâ (Niccolo) Machiavelli / Makyavel, Hükümdar, Prens kitabında ne der, İtalya’daki Floransa prensine? ‘Fatih Sultan Mehmet gibi yap’ der. ‘Güçlü bir ordun olacak, cebir kuvveti olacak devletin ve merkezî bir devlet kurarak ve ordunla ancak bir İtalyan merkezî devleti kurabilirsin’.”

(Haber: Sürur Öztürk / okuyalimevladim.blogspot.com)

Hiç yorum yok: